Riyad, mega projelerinin ölçeğini küçültüyor – Harici.com.tr
Bizi Takip Edin

DÜNYA BASINI

Riyad, mega projelerinin ölçeğini küçültüyor

Yayınlanma

Suudi Arabistan maliyetlerinin 1 trilyon doları aşacağı tahmin edilen mega projelerini finansman sıkıntısı nedeniyle yeniden gözden geçiyor. Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, Riyad’ın Vizyon 2030 kapsamındaki dünyanın en büyük petrol üretici için bile iddialı olan projelerin son durumuna odaklanıyor:  

***

Suudi Arabistan amiral gemisi projelerinin maliyeti konusunda zorlu seçimlerle boğuşuyor

Riyad önceliklerini ve sayısız yatırımını en iyi şekilde nasıl finanse edeceğini yeniden gözden geçirirken The Line projesi küçüldü.

Ahmed Al Omran

Muhammed bin Selman 2017’de, Suudi Arabistan’ı, beraberindeki gösterişten yararlanmak isteyen finansçılar ve şirketler için bir mıknatıs haline getiren kapsamlı ekonomik çeşitlendirme planını “Sınır gökyüzüdür” diyerek ilan etti.

Ancak Veliaht Prens’in planları, iddialı Vizyon 2030 programı orta noktasına ulaşmasıyla birlikte, yerel projeler ve küresel finans yoluyla dalgalanabilecek dış harcamalar üzerindeki yansımalarıyla birlikte bir gerçeklik kontrolüyle karşı karşıya.

Doğrudan yabancı yatırımların beklentilerin altında kalması ve küresel faiz oranlarının hala yüksek olması nedeniyle, krallığın liderleri önceliklerini ve sayısız yatırımlarını en iyi nasıl finanse edeceklerini yeniden gözden geçiriyor.

Planlar hakkında bilgi sahibi kişiler, The Line adı verilen bir “yatay şehir” planını da içeren fütüristik bir bölge olan Neom’daki inşaatın açıklanandan daha küçük olacağını, Riyad’ın nüfusunu 15 milyona çıkarma hedefinin ise 10 milyona düşürüldüğünü söyledi.

The Line’ın 170 km boyunca uzanması ve sonunda 1,5 milyon kişiye ev sahipliği yapması planlanıyordu, ancak proje yetkilileri kısa süre önce ziyaretçilere, “ilk modüle” öncelik verdiklerini ve bu modülün çok daha kısa olacağını ve bu sayının çok azını barındıracağını söyledi.

Planın arkasındaki devlet varlık fonu olan Kamu Yatırım Fonu’nun düşünce tarzına aşina bir kişi, Prens Muhammed’in hangi projelerin ilerlemesi gerektiği ve hangilerinin bekleyebileceği konusunda “bazı zorlu konuşmalar yapmaya hazır olabileceğini” söyledi.

IMF’nin Suudi Arabistan misyonu başkanı Amine Mati, “Yetkililerin bunun bilincinde olduğunu düşünüyorum,” dedi: “Bazı harcamaların ertelenmesinin gerekip gerekmediğini değerlendirmek için yeniden ayarlama yapıyorlar.”

IMF’nin bu yıl %2,6 olarak tahmin ettiği GSYH’nin 2025’te %6’ya yükseleceği öngörüsüyle ülke ekonomisi hala iyi performans gösteriyor. Hükümet, ekonomik reformların performansını değerlendirirken kilit bir gösterge olarak gördüğü petrol dışı büyümenin orta vadede yüzde 5’in üzerinde olmasını bekliyor.

Geçen ay Riyad’da düzenlenen Dünya Ekonomik Forumu etkinliğinde konuşan Suudi Arabistan yetkilileri de iyimser olmaya çalışırken finansman konusunda “zorluklar” olduğunu ve yerel bankaların likiditesinde sıkışma yaşandığını kabul ettiler.

Maliye Bakanı Mohammed el-Jadaan etkinlikte “Egomuz yok” dedi: “Rotayı değiştireceğiz, ayarlamalar yapacağız, bazı projeleri uzatacağız, bazı projelerin ölçeğini küçülteceğiz, bazı projeleri hızlandıracağız.”

Yetkililer hangi projelerin Jadaan’ın listelediği farklı kategorilere yerleştirileceğini söylemedi, ancak bu tür bir karar, borçlanma limitlerinden İsrail’in Gazze’deki savaşını sona erdirmek ve bölgesel istikrarı sağlamak için diplomatik çabaların bir parçası olarak dış yardım için ne kadar harcayabileceklerine kadar kritik seçimler üzerinde etkili olacak.

Ekonomiyi çeşitlendirmek ve madencilik, turizm ve eğlence gibi yeni sektörlerin kilidini açmak için üstlenilen farklı projeler arasında, Neom muhtemelen Prens Muhammed ile en yakından ilişkili ve en iddialı olanı.

Neom, The Line ve Sindalah tatil adası için mevcut planlara ek olarak Ekim ayından bu yana Akabe Körfezi’nde bir düzine farklı proje açıkladı. Özel bölge başlangıçta 500 milyar dolarlık bir proje olarak lanse edilmişti, ancak bankacılar ve analistler maliyetlerin çok daha yüksek olacağını söylüyor.

Neom’un nihai olarak ne getireceği konusunda uzun zamandır kuşkular vardı ve birçok analist planların her zaman aşırı iddialı olduğuna inanıyordu. Dünyanın en büyük petrol ihracatçısı olsa bile Suudi Arabistan’ın son yıllarda açıkladığı ve maliyetlerinin 1 trilyon doları aşacağı tahmin edilen tüm projeleri nasıl finanse edeceğine dair sorular vardı.

Suudi Varlık Fonu, Prens Muhammed’in hırsları için ana araç haline geldi. Yönetiminde 925 milyar dolarlık varlık bulunan fonun diğer girişimleri arasında küp şeklinde bir gayrimenkul geliştirme ve başkent Riyad’da bu ay açılışı yapılan bölgenin en büyük su parkını da içeren bir eğlence kompleksi yer alıyor.

Varlık Fonu büyük ölçüde hükümetin nakit transferleri, borçlar, portföy şirketlerinden elde edilen gelirler ve özelleştirmelerle finanse ediliyor. Saudi Aramco’nun özelleştirilmesinin ana alıcısı oldu ve o zamandan beri devlet petrol şirketinin hisselerinin yüzde 12’sini devraldı. Bankacılar Saudi Aramco’nun bir başka hisse satışının Varlık Fonu’nun kasasını desteklemek için kullanılabileceğini düşünüyor.

Suudi Arabistan yakın zamanda önemli yatırımlar gerektirecek birkaç büyük etkinliğe ev sahipliği yapma hakkı kazandı.

Krallık 2024 Asya Futbol Kupası ve Expo 2030’a ev sahipliği yapacak ve 2034 FİFA Dünya Kupası için tek teklif veren ülke oldu. Ayrıca 2029 Asya Kış Oyunları’na ev sahipliği yapmak için bir kayak merkezinin parçası olarak tatlı su gölü geliştirmek üzere İtalyan WeBuild ile 4.7 milyar dolarlık bir sözleşme imzalandı.

Uluslararası bir bankacı “Her şey için yeterli para yok” dedi: “Yatırılan para ile bu yatırımlardan elde edilen getiriler arasında bir boşluk olacak. Bu da soru işaretleri ve şüpheler yaratacak ve şimdiden bazı yatırımları küçültmeye başladılar.”

Açıkça, planların küçültülmesi ilgili her türlü konuşma, krallığın itibarının ve bu tür büyük girişimleri başarma yeteneğinin zedeleneceği korkusuyla hızla reddediliyor

The Line’ın ölçeğinin daraltıldığı iddiası sorulan Ekonomi Bakanı Faysal Ali İbrahim, “Tüm projeler tam gaz ilerliyor. Daha önce benzeri görülmemiş bir şey yapmak için yola çıktık ve yine benzeri görülmemiş bir şey yapıyoruz” dedi.

Suudi Arabistan’ın Dünya Ticaret Örgütü’ne katılma çabalarına öncülük eden eski bir hükümet yetkilisi olan Fawaz Alamy’e göre ülkenin agresif bir şekilde iddialı hedefler peşinde koşması, liderliğin ekonomiyi çeşitlendirme hedeflerinde geride kalındığı ve kaybedilen zamanın telafi edilmesi gerektiği yönündeki telaşından kaynaklanıyor.

Alamy, “Petrol sonsuza dek var olmayacak. Dikkatli olmak [ve] çeşitlendirmek zorundasınız” dedi.

DÜNYA BASINI

Oskar Lafontaine yazdı: Biedermann ve kundakçılar

Yayınlanma

Yazar

Çevirmenin notu: Üçüncü yılını yaşayan savaşta Ukrayna ve Batılı destekçileri, hala Rusya’nın asker sayısı ve silah üstünlüğüne yetişmekte zorlanıyor. Elbette, Ukrayna’nın kendi avantajları da mevcut: askerleri daha iyi motive edilmiş ve daha esnek hareket edebiliyorlar ama Rusya kalite farkını kapatıyor. Eğer ABD ve Avrupalı müttefikler, Rusya’nın silah üretimine yetişebilmesi için üretimini artırır ve Ukrayna’ya daha fazla teçhizatı bağışlarsa maçın döneceği hissiyatı olsa da bu ancak bir mucizeyle mümkün. Bu hissiyatı en çok dile getirenlerin başında Almanya Savunma Bakanı geliyor. Almanya’nın eski Maliye Bakanı ve Sosyal Demokrat Parti’nin (SPD) eski başkanı Oskar Lafontaine yazdı.


Biedermann ve kundakçılar

Oskar Lafontaine

Weltwoche

7 Mayıs 2024

Boris Pistorius, aylardır Almanya’nın en popüler siyasetçisi. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra “Bir daha asla savaş yok” diye yemin eden bir ülkede buna alışmak zaman alıyor. Pistorius, halkın büyük beğenisiyle Almanya’yı yeniden “savaşa hazır” hale getirmek istiyor. Onu ve meslektaşlarını dünya sahnesinde “savunma bakanı” olarak izlerken, aklıma her zaman 1980’lerin sonunda, Varşova Paktı’nın dağılmasından kısa bir süre önce, o zamanki Bulgar devlet başkanı Todor Jivkov’u Sofya’da ziyaret ettiğimde yaşadığım önemli hadise geliyor. Akşamları, bir Alman dili ve edebiyatı profesörü beni kentte gezdiriyordu ve üzerinde büyük harflerle “Savunma Bakanlığı” yazan etkileyici bir binanın önünden geçtik. Kolumdan tuttu ve “Yalan burada başlıyor. Eskiden orada ‘Savaş Bakanlığı’ yazıyordu,” dedi.

Boris Pistorius, geçtiğimiz günlerde Sandra Maischberger’in programına konuk oldu. Başarılı bir performanstı. “Savunma Bakanı” rahat, samimi ve hiçbir sorudan kaçınmayan bir tavır sergiledi. Seyirciler alkışladı ve sunucu, savaş ve barış konusunda konuğuyla büyük ölçüde aynı fikirde olduğunu gizlemedi. İzleyenler, Savunma Bakanlığı’nda Putin’in bize yakında saldırmasını engelleyecek bir adamın oturduğu hissiyle yatmaya gidebilirlerdi. Fakat Pistorius sadece ilk bakışta ikna ediciydi. Maischberger’in programında, psikologların “zayıf yönün ele verilmesi” dediği yaygın hatayı yaptı. İnsanlar kendi hatalarından başkalarını suçlama eğilimindedir. “Ruslar insanları kelimenin en kötü anlamıyla top yemi olarak kullanıyor,” dedi. ABD’nin, Berlin’deki savaş kışkırtıcılarının da desteğiyle Ukraynalıları jeostratejik hedefleri için top yemi olarak kullandığı ve bunun bedelini de hiç düşünmeden Almanlardan istediği aklına bile getirmedi. Amerikan Girişim Enstitüsü güvenlik uzmanı olan Kori Schake, 2023 baharında CNN’de “ABD, savunma bütçesinin yüzde 5’i ve sıfır askeri kayıpla Ukrayna ordusu ve Rusya ordusunu yok ediyor ve bu kesinlikle ABD’nin çıkarına,” diye övünmüştü. Ancak Alman ve Avrupalı savaş kışkırtıcıları, ABD’li politikacıların bu ve benzeri açıklamalarını hiç işitmedikleri anlaşılıyor.

“Vladimir Putin’in bir gün bir NATO ülkesine de saldırabileceğini hesaba katmalıyız. Uzmanlarımız bunun beş ila sekiz yıl içinde mümkün olabileceğini tahmin ediyor,” diyen Pistorius, ne yazık ki kendisinin de inandığı bu sorumsuz açıklamalarla, daha fazla silahlanma talebini yerine getirmek için Alman halkına korku salıyor. Bu bağlamda, Rusya’nın savunma harcamalarını kayda değer ölçüde artırdığına da dikkat çekiyor. Bu doğru, ancak NATO’nun 2023’te Rusya ile karşılaştırıldığında orduya on kat daha fazla, 1,3 trilyon dolar harcadığını saklıyor.

Bu noktada, Alman Savunma Bakanı’nın son on yıldır güvenlik politikalarına dair sürdürülen tartışmalara aşina olmadığı anlaşılıyor. Askeri denge barışı istikrara kavuşturur. Bu, eski Şansölye Helmut Schmidt’in savunma politikası anlayışının temel argümanıydı. Bu konu hakkında bir kitap bile yazdı. Pistorius ve tüm Batılı silahlanma taraftarları gibi bu ilkeyi göz ardı eden herkes, yeni silahlanma yarışından ve bunun sonucunda dünya çapında savunma harcamalarındaki çılgınca artıştan kısmen sorumludur. Alman Savunma Bakanı, yakında Alman askerlerinin Litvanya’ya, Rusya sınırına konuşlandırılacağını gururla vurguluyor.

Yahudilerin katiliyle anlaşmak

ABD diplomasisinin usta ismi George Kennan’ın Orta Avrupa için geliştirdiği, birliklerin ve askeri üslerin birbirinden ayrılması anlamına gelen “ayrışma” politikasından belli ki hiç haberi olmamış. Bu fikirler, Willy Brandt ve Egon Bahr’ın Doğu ve Gevşeme Politikasının temelini oluşturuyordu. Bu temel üzerine, uzun yıllar boyunca sosyal demokrat dış politikasının merkezinde yer alan ortak güvenlik kavramını geliştirdiler. Komşularıyla iyi geçinen bir ülke olmak ve güven inşa edici önlemler almak istiyoruz; Sosyal Demokratları tarihinin en büyük seçim başarısına ulaştıran eski Şansölye’nin bu dış politika değerleri, bugünün SPD yönetimine bariz biçimde yabancı.

Bir savunma bakanının diplomat olması gerekmez, ancak Almanya tarihini ve bunun getirdiği yükümlülükleri bilmelidir. Winston Churchill hakkında yeni çıkan bir biyografiyi tanıtırken Putin’in saldırganlığa son vermeyeceği konusunda uyarıda bulunması ve “Bunu açıkça söyledi. Tıpkı her zaman durmayacağını söyleyen Hitler gibi,” demesi bir gaftı. O da Alman politikacıların ve gazetecilerin çoğunluğu gibi Hitler’in imha savaşında 25 milyon Sovyet vatandaşının öldürüldüğünü unutmuş. Nasıl olur da hem Yahudi nefretiyle mücadele edip hem de Yahudi katili Stepan Bandera’nın hayranlarıyla anlaşabilir ve milyonlarca Rus’un Naziler tarafından katledilmesine rağmen Rus düşmanlığını fütursuzca körükleyebilirsiniz?

Bir savunma bakanında diplomatik beceri eksikliği hala görmezden gelinebilir olsa da stratejik akıl yürütme böyle bir sorumluluğu üstlenmek için olmazsa olmaz bir ön koşuldur. Fakat Pistorius, Ukrayna’ya Taurus seyir füzelerinin tedariki konusundaki tartışmada, stratejik akıl yürütmenin kendisine göre olmadığını gösterdi. Olaf Scholz, 500 kilometre menzile sahip ve Moskova’daki stratejik hedefleri yok edebilen seyir füzelerini Kiev’e tedarik etmenin sorumluluğunu alamayacağını açıklarken Pistorius, onu sırtından bıçakladı ve bunu yapmaya hazır olduklarını ağzından kaçırdı. Hava Kuvvetleri generalleri ve subaylarının, bu füzelerin Ruslar fark etmeden nasıl teslim edilebileceği ve programlanabileceği konusunda atıp tuttukları ortaya çıktığında bile askerlerinin önünde korumacı bir tavırla durmuş ve Şansölyeyi terslemişti.

Tuzağa düşmek

Daha sonra Maischberger başbakanın kararını savundu, ancak uluslararası hukukun saldırıya uğrayan Ukrayna’nın uzun menzilli füzelerle savaşı Rusya topraklarına taşımasına izin verdiğine dikkat çekti. Fakat hiçbir şekilde bunun Almanya tarafından sağlanan füzeler olmaması gerektiğini, zira bu durumda Federal Cumhuriyet’in kesin olarak savaşan taraf olacağını açıkça belirtmedi. Her halükârda, silah sevkiyatını savunan Almanların, ülkenin savaşan taraf olup olmadığı sorusunun nihayetinde kendileri veya uluslararası hukuk tarafından değil, yalnızca Rusya tarafından yanıtlanacağının farkında olmamaları şaşırtıcı. Taurus seyir füzeleri tedarik etmesi halinde düşeceği stratejik tuzağı göremeyen bir siyasetçinin savunma bakanı olmaması gerekir.

Bu göreve uygun olup olmadığı konusundaki şüpheler, sanki Rusya bir nükleer güç değilmiş gibi konuştuğunda da ortaya çıkıyor. Bununla karşı karşıya kaldıklarında Alman koltuk stratejistleri her zaman ABD’nin nükleer şemsiyesine işaret ediyor. Ancak bu bir yanılsamaydı ve öyle olmaya devam ediyor. Hiçbir ABD başkanı, Rusya’nın bir Avrupa kentine yönelik nükleer saldırısının ardından ülkesinin Rusya’dan atılacak kıtalararası füzeler tarafından yok edilmesi riskini göze almaz.

Avrupalılar bunu ne zaman anlayacak ve ortaya çıkan yeni dünya düzeninde süper güçler arasında arabulucu bir barış gücü olarak kendi kaderlerini ellerine alacaklar?

Avrupa’nın Latin Amerikalılaşması mı?

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

İsrail sadece insanları değil ‘ortak hafıza’yı da katlediyor

Yayınlanma

Gazze’de 7 Ekim’den bu yana devam eden İsrail saldırılarında 325 tarihi ve kültürel mirasın çoğu yıkıldı ya da harap edildi. Aşağıda çevirisini okuyacağınız makale, İsrail’in Gazze’de boyutları henüz ortaya çıkmayan kültürel miras katliamına ışık tutuyor:

***

Gazze’nin antik kalıntıları sonsuza dek harap olabilir

Arkeolojik ve kültürel miras alanlarının bombalanması, İsrail ordusunun insanlığa olan kayıtsızlığını gösteriyor ve onu ahlaksız tarihi vandalizm konusunda Taliban, El-Kaide ve IŞİD ile aynı sıraya koyuyor.

TAISSIER KHALAF

İsrail’in 1948’den bu yana girdiği tüm savaşlarda, silahlı kuvvetlerinin dini ya da arkeolojik hazineleri hedef almama politikası vardı. Ancak bu son Gazze Savaşı boyunca İsrailliler bu politikayı çöpe attı.

Gazze Şeridi’ndeki özel tarihi ya da kültürel öneme sahip yerlerin askeri olarak hedef alınmayacağına dair umutlar, Ekim 2023’te savaşın başlamasının ardından kısa sürede suya düştü. İsrailliler sivil bölgelerde Hamas’ı hedef alma bahanesiyle, tarihi ve sembolik değeri büyük olan yerlere onarılamaz zararlar verdi. Bunu bilinçli bir şekilde yapmaları onları Taliban, El Kaide ve İslam Devleti (IŞİD) ile yan yana getiriyor.

İsrail bombardımanı devam ettiği için kültürel mirasa verilen zararla ilgili kesin ve doğrulanmış veriler henüz mevcut değil, ancak bazı bilgiler sızdırıldı. Filistin Yönetimi’nin Ramallah’taki Turizm Bakanlığı’nın, Birleşmiş Milletler’in kültür örgütü UNESCO da dahil uluslararası gruplarla birlikte çalışarak hasarı değerlendirmek üzere bir ekip kurduğu bildiriliyor.

Yıkımın boyutu

Gazze’de Hamas tarafından yönetilen hükümete göre İsrail, Gazze Şeridi’nde kayıtlı 325 kültürel, arkeolojik ve miras alanından en az 200’ünü tahrip etti ya da zarar verdi, ancak bu rakamlar kesin ayrıntılar içermiyor. Bu nedenle ihlalleri derlemek oldukça zor.

Gazze’nin kalbindeki Zeytun mahallesinde bulunan bir Doğu Ortodoks ibadethanesi olan Aziz Porphyrius Rum Ortodoks Kilisesi bombalandı ve ağır hasar gördü. Saldırıda içeride barınan 18 kişi öldü ve çok sayıda kişi de yaralandı. Kökleri bin 600 yıl öncesine dayanan kilise kentin en eski kilisesi ve adaşı olan beşinci yüzyıl Gazze piskoposunun son istirahatgâhı olduğuna inanılıyor.

Chicago merkezli bir insan hakları örgütü, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) kilisenin bombalanması savaş suçu olarak nitelendiren yasal bir dosya sundu. Buna göre, bu eylem UCM’nin dört temel uluslararası suçu tanımlayan 1998 tarihli Roma Statüsü’nü ihlali anlamına geliyor.

Örgüt, İsrail’in askeri olmayan bir yapı olan Aziz Porphyrius Kilisesi’ni kasıtlı olarak vurduğunu, bunun da sivillerin hayatını kaybetmesine ve dünya mirasının zarar görmesine neden olduğunu ve böylece statünün 8. Maddesini ihlal ettiğini söylüyor. Bu madde, “askeri amaçla kullanılmadığı sürece din, eğitim, sanat, bilim veya hayır amaçlı binaların, tarihi eserlerin, hastanelerin ve hasta ve yaralıların toplandığı yerlerin” hedef alınmasını suç sayıyor.

Yıkım her yerde

Gazze Şehri’nin kuzeybatısındaki antik bir liman olan el-Blakhiyeh de (Anthedon) saldırıya uğradı. Cenevre merkezli Euro-Med İnsan Hakları Gözlemcisi tarafından bildirildiği üzere, tarihi öneme sahip bu alan Dünya Mirası ön Listesi’ne ve İslami miras listesine dahil edilmişti.

İsrail bombardımanının bir diğer kurbanı da Gazze Şeridi’nin güneyindeki Han Yunus’un kalbinde yer alan Berkuk Kalesi oldu. Bu kale adını Memlük sultanlarının önde gelenlerinden Sultan Zahir Berkuk’tan almıştı.

Benzer şekilde, yıkım el-Kamiliyye Medresesi’ne, şehrin doğusundaki Şucaiyye mahallesinde bulunan ve kökenleri erken Osmanlı dönemine kadar uzanan eski es-Saqqa Evi’ne ve Memlük döneminden kalma iki katlı büyük bir yapı olan ikonik Kasr el-Başa’ya (Paşa Sarayı) da uzandı ve onarılamaz hasarlar verdi.

Bu saray, Kudüs’teki Fransız İncil ve Arkeoloji Okulu’ndan (EBAF) Jean-Baptiste Ombre tarafından “en iyi keşfi” olarak övülen yüzlerce Bizans eseri ve zarif çeşmelerle dolu bir müzeye ev sahipliği yapıyordu. Ancak, sosyal medyada yayınlanan bir videoda Gazze Şehrindeki EBAF deposundaki eserlerin etrafının askerler tarafından sarıldığının görülmesinden sonra eserlerin akıbeti belirsiz.

Yağmalama iddiaları

Gazze’nin en ünlü koleksiyoncularından biri olan Cevdet el-Hudari, arkeologlar ve turistler için uzun süredir bir cazibe merkezi olan özel müzesindeki geniş koleksiyonunun çoğunu kaybetti. Eski eserlere olan yolculuğu 1990’larda, Oslo Anlaşmaları ve Filistin Yönetimi’nin kurulmasını takip eden inşaat patlamasıyla başladı. İnşaat çılgınlığı sırasında Bizans dönemine kadar uzanan binlerce eser ortaya çıkarıldı.

Cenevre’deki Sanat ve Tarih Müzesi’nin küratörü Marc-André Haldemann bulgular karşısında hayrete düştü ve Hudari’ye Cenevre’de büyük bir sergi düzenlemesini önerdi. 2006 yılı sonunda koleksiyonundan yaklaşık 260 parça Cenevre’deydi.

Hamas’ın Haziran 2007’de Filistin Yönetimi’ni Gazze’den çıkarmasının ardından İsrail’in Gazze Şeridi’ne uyguladığı abluka, Hudari’nin eserlerinin Gazze’ye dönüşünü neredeyse imkânsız hale getirdi. Yılmayan Hudari, Şerit’te bir müze inşa etme planlarını sürdürdü ve Gazze Şehri’nin kuzeyindeki Akdeniz kıyısında hem otel hem de müzeyi andıran ve Al Mat’haf adını verdiği bir alan inşa etti. Burada, Cenevre’ye gönderilmeyen kalan eserleri sergiledi.

İsrail’in Ekim 2023’teki işgalinden sonra askerler Al Mat’haf’ı birkaç ay boyunca ele geçirdi. Sonunda ayrıldıklarında Hudari geri döndüğünde birçok eserin yıkıcı bir şekilde kaybolduğunu ve yangının salonu harap ettiğini gördü. İsrail buldozerlerinin alanı dümdüz etmesinin ardından bazı parçaların müzenin bahçesine gömülmüş olabileceğinden ve Bizans dönemine ait mermer sütunların yok olabileceğinden şüpheleniyor. Cenevre’deki parçalar güvende olsa da geri kalanların akıbeti belirsiz.

Eski eserler üzerinden gasp

Gazze’de yaşananlar 2001’de Afganistan’da, 2003’ten sonra Irak’ta ve 2013’ten bu yana Suriye’de yaşanan benzer trajedileri hatırlatıyor. Buralarda da arkeolojik alanlar savaş alanı haline geldi ve genellikle siyasi ya da askeri kazanç için istismar edildi.

Afganistan’da Taliban, uluslararası toplumun çağrılarına ve Pakistan gibi İslami komşularının ricalarına karşı gelerek Bamyan’daki beşinci yüzyıldan kalma kayaya oyulmuş Buda heykellerini yok etti.

Suriye ve Irak’ta El-Kaide ve IŞİD gibi gruplar bir yandan aşırılık yanlıları arasındaki “put yıkıcı” imajlarını güçlendirmeye çalışırken, diğer yandan da define avcılarıyla yaptıkları yasadışı keşif anlaşmalarından kâr elde etmeye çalıştılar.

Musul’un güneybatısındaki antik Hatra kenti yıkımın boyutlarını gözler önüne seriyor. Roma ve Pers güçlerine karşı direnişiyle tanınan Hatra’nın tapınak kısımları tahrif edildi ve çok tanrılı putları kaldırma bahanesiyle heykeller parçalandı. Bu terörist gruplar, profesyonel kaçakçılarla birlikte mezar yerleri ve hazineler aramak için gelişigüzel kazılar yaptı ve UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki Hatra tapınaklarının karmaşık süslemelerine ve heykellerine zarar verdi.

Restorasyonun çok zor olduğu kanıtlandığı için restore etme çabaları başarısızlıkla sonuçlandı. Saniyeler içinde yok edilebilen bir şeyin onarılması, eğer gerçekten onarımı mümkünse, on yıllar alabilir. Gazze’deki eski eserlerin çoğu için tarih sonsuza dek kaybolmuş olacak.

Okumaya Devam Et

DÜNYA BASINI

CNN: Tüm Ukraynalı erkekler ya cephede savaşacak ya da ülkeden kaçacak

Yayınlanma

CNN televizyonu ‘Herkes savaşacak’ başlığı altında Ukrayna’da yoğunlaşan seferberliği analiz eden bir makale yayımladı.

Makalede, yeni seferberlik yasasının yürürlüğe girmesinin ardından Ukraynalı erkeklerin artık ya cepheye gönderilme olasılığıyla yüzleşmek ya da kaçmak ve yargılanmak gibi bir seçimle karşı karşıya kaldıkları belirtildi.

Zorunlu askerlik sürecini daha etkin ve şeffaf hale getirmeye yönelik yeni yasa, 18-60 yaş arasındaki tüm Ukraynalı erkeklerin askerlik hizmeti için kayıt yaptırmalarını ve belgelerini her zaman yanlarında taşımalarını zorunlu kılıyor.

Sadece 25 ila 60 yaş arasındaki erkekler seferberliğe tabi. Tıp veya eczacılık diplomasına sahip kadınlar da askerlik hizmeti için kayıt yaptırmak zorunda.

Güvenlik nedeniyle adının açıklanmasını istemeyen Ukraynalı bir komutan, personel eksikliğinin savaş alanında yıkıcı bir etki yarattığını söyledi.

Komutan, “Avdeyevka’da 1000 ile 1500 asker daha olsaydı, düşmanın sızdığı zayıf noktaları koruyabilirdik. Daha fazla insanımız olsaydı, çok daha uzun süre dayanabilirdik,” dedi.

Aynı zamanda komutan, ‘bazı acemilerin’ eğitimsiz olduğunu ve savaş sırasında yerlerini terk ettiklerini dile getirerek “Cepheye gönderilen piyadelerin gerçek profesyoneller olmaları için özel eğitime ihtiyaçları var. Buraya geliyorlar, silahlarını bırakıyorlar ve mevzilerinden kaçıyorlar,” ifadelerini kullandı.

Ukrayna, seferberliği sıkılaştırdı

Ukrayna’nın doğusundaki Rus birlikleri, Ukrayna birliklerinden yedi ila on kat daha fazla.

CNN, personel eksikliğinin halihazırda görev yapanlar üzerinde büyük bir baskı yarattığını kaydetti.

128. Dağ Taarruz Tugayı’nda görev yapan Yaroslav Galas, “Savaş hala devam ediyor ve seferberlik gerekli. İki yıldır savaşan insanlar yoruldu. Bazıları çıldırmak üzere,” diye konuştu.

Kanalın görüştüğü bir Ukraynalı ise, “Gitmek istemiyorum, Avrupa’da her şeyin güllük gülistanlık olmadığını biliyorum. Ama savaşla yurt dışına gitmek arasında bir seçim yapmak zorunda kalsaydım, yurt dışını tercih ederdim, rüşvet verirdim. Hayatım her şeyden önce gelir. Ve öldürülme ihtimalimin çok yüksek olduğunun farkındayım,” yorumunu yaptı.

Öte yandan CNN, çok sayıda insanın kaçmaya çalıştığına dikkat çekti.

Ukrayna Sınır Muhafaza Teşkilatı Sözcüsü Andrey Demçenko, CNN‘e yaptığı açıklamada, görevlilerinin her gün Ukrayna’yı terk etmeye çalışan insanları gözaltına aldığını dile getirdi.

Sözcü, savaşın başından bu yana Romanya ve Macaristan sınırındaki Tisa Nehri’nde 32 erkeğin cesedinin bulunduğu bilgisini paylaştı.

Die Welt: Putin, Ukrayna savaşını kazanıyor

Okumaya Devam Et

Çok Okunanlar

English