Sermayenin onu devrimden gelen tortulardan kurtaracak Caligula’lalara ihtiyacı var. Amcaya karşı yeğen; Napoleon’a karşı Louis Bonaparte. Tayyip Erdoğan’a karşı Ekrem İmamoğlu…

Rizeli İmam Öldü, Yaşasın Trabzonlu İmam!

Engels “Fransa’da Sınıf Mücadeleleri’nin 1895 Almanca baskısının önsözünde 1848 devriminin bir karşı devrimle yenilgiye uğratılmasının ardından “bayağı demokrasi”nin “umutlu bekleyişine karşılık, tam da bu bekleyiş içinde olanların içinde saklı karşıt unsurlar arasında uzun süreli bir mücadelenin yaşanacağını öngörüyorduk”1, diye yazıyor. Genel beklenti, karşı devrimin az zamanda halk tarafından yenileceği doğrultusundadır. Şöyle devam ediyor; “Bayağı demokrasi, bugünden yarına yeni bir kopuş bekliyordu; bizse daha 1850 yılının sonbaharında, devrimci dönemin en azından birinci kesitinin sona ermiş olduğunu ve dünya ölçeğinde yeni bir bunalım patlak vermeden hiçbir şey beklememek gerektiğini açıklamıştık.”2

Karamsarlıkla gerçekçilik arasında her zaman ince bir çizgi vardır. İkisi de somut durumun getirisidir ama ikincisi için kuvvetli işaretlere ihtiyaç var. Demek ki devrimin yeniden ortaya çıkması için yeni bir bunalımın da ortaya çıkması gerekir. Tek başına bu da yeterli değildir. Bunalımın itici etkisi yanında, yeni devrim için, bir de devrimci etkiye ihtiyaç var. 1848 örneği şunu göstermiştir; sadece zafer kazanmak yeterli değildir, onunla birlikte o zaferin kazanımlarını güvence altına almak üzere daha radikal bir partinin zaferi gerekir.3 Bugünün diline çevirirsek şöyle söyleyebiliriz. AKP’yi geriletmek tek başına yetmez, onunla birlikte AKP’nin geriletilmesi ile ortaya çıkan kazanımları güvence altına alacak “daha radikal bir partinin zaferi” gerekir. 

31 Mart’ta bir umutlu bekleyiş ortaya çıktı; karşı devrimin halk tarafından yenileceği bekleyişidir bu. “Bayağı demokrasi” bugünden yarına yeni bir kopuş bekliyor haliyle. Halbuki daha gerçekçi olan beklenti, zaferi kazananlar içindeki karşıt unsurlar arasında uzun süreli bir mücadeledir. Bir de şu var; bu “devrimin” içinde devrimin kazanımlarını güvence altına alacak daha radikal bir partinin zaferi yoktur ama karşı devrimin kazanımlarını güvence altına alacak daha radikal bir karşı devrimci partinin zaferi tartışmasızdır.

AKP yenildi. Muzafferlerin başını AKP’nin ilk dönemine benzeyen yeni CHP çekiyor. CHP’nin arkasından AKP’nin saf hali YRP yürüyor. Karşı devrimi yenmiş güçler karşı devrimi yapan parti AKP’nin geçmişinden fırlayıp gelmiştir. Makul Tayyip Erdoğan için Ekrem İmamoğlu, aslına dönüp “milli görüş gömleğini” yeniden giyen Tayyip Erdoğan için Fatih Erbakan. Makul AKP için CHP, asrı saadet AKP’si için YRP. Yeni dönemin mücadelesinin ana başlıklarıdır bunlar. Evet bütün büyük olgular ve kişiler iki kez ortaya çıkar. Amca ve yeğen; Napoleon ve Louis Bonaparte. Burada Tayyip Erdoğan ve Ekrem İmamoğlu…

Peki neden trajediden komediye evriliyor süreç. “Sınıf Mücadeleleri”nde “paranın, pisliğin ve kanın” birbirine karıştığı bir düzene işaret ediliyor. Bu düzenin kurucusu “Sınıf Mücadeleleri”ne göre “mali aristokrasi”dir. Marx ve Engels belli ki bu “sınıfı” devrimci burjuvaziden ayırmaktadır. Şöyle devam ediyor; “Mali aristokrasi, zevkleriyle olduğu gibi kazanç sağlama tarzıyla da, lümpen proletaryanın burjuva toplumunun doruklarındaki yeniden doğumundan başka bir şey değildir.”4Lümpenlikte trajedi değil komedi var. 

Mali sermaye ile lümpen proletarya arasındaki farkın silindiği o karanlık zamanlardan birindeyiz yine. Lümpenlik bu iki sınıfın birleştirici paydası. Haliyle onun düzenini yürütmek için de bir lümpen gerek. Bu yazı, lümpen bir sınıfın paranın, pisliğin ve kanın tuhaf bir karışımından oluşan düzenini sürdürmek üzere kendine benzer bir muktedir arayışı üzerinedir. 

Lümpen Arayışına Giriş

Yıl 2001. Tayyip Erdoğan, Necmettin Erbakan’a isyan eden “Yenilikçiler” ile birlikte parti kurma hazırlığında. O tarihte Koç ailesinin reisi olan Rahmi Koç’a bu girişim hakkında ne düşündüğü soruluyor. ‘‘Bu iş para meselesidir’’ diyor, ‘‘Tayyip Bey’de çok para olduğunu öğrendik, 1 milyar dolar biriktirmişler, nasıl biriktirdilerse’’ diye devam ediyor. Rahmi Koç, Erdoğan’ın kendisini yenilediğine inanmadığını söylemeyi ihmal etmiyor. Bir tür sermaye sınıfına has geleceği görme yeteneği diyebiliriz buna. Eline “uluslar ötesi mahfillerde” bilgi notu tutuşturulmuş olabilir, tahmin edebiliriz. Ayrıca söylediklerinde düşük yoğunluklu bir ön alma çabası olduğu bellidir. 

Bu beyan üzerine küçük bir sürtüşme de oluyor. Erdoğan, Koç’u, iddiasını ispata davet ediyor. Koç Holding’den yapılan açıklamada, Rahmi Koç’un bu konuda özel bir bilgiye sahip olmadığı, medyadaki haberleri aktardığı vurgulanıyor. İddia edilen konu o tarihte herkesin bildiği sırlardandır. Sonra sulh sağlanıyor. Sulh, AKP’li yıllara girişin ilk işaretidir. 

Baba gitti oğul geldi. Sonradan Ekrem İmamoğlu’nun gerçek hamisi rolünü üstlenecek olan Mustafa Koç, iş adamı kimliğinin yanı sıra politik tartışmaların da içindeydi. Bu nedenle holdingin başına geçişinin ilk yıllarında iyi ilişkiler kurduğu AKP’nin hedefi haline geldi, Fethullahçılara yakın olmakla suçlandı. Bir de “Beykoz Konakları toplantısı” tartışması yaşandı. İddiaya göre, Haziran Direnişinin sıcağında Mustafa Koç’un başını çektiği bir ekip Hüsamettin Özkan’ın Beykoz Konakları’ndaki evinde bir araya gelmişti. Konakta Aydın Doğan, Mustafa Koç ve o tarihte Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül gibi isimler bulunuyordu. Yandaş medya Mustafa Koç’un AKP’ye karşı yeni bir siyasi oluşum peşinde olduğundan işkillenmişti. Direniş sırasında Divan Otel’in kapılarını vatandaşlara açan da o değil miydi? 

Bu gerilim 17-25 Aralık döneminde bir kez daha yaşandı. Fethullah Gülen ile Mustafa Koç buluşmuş, ülke meselelerini konuşmuştu. Görüşmenin kayıtlarına göre Gülen, Mustafa Koç’a Divan Otel nedeniyle yapılan vergi denetimleri ile ilgili “bir şey yapamazlar” diyor, ayrıca görüşmelerini “büyük patrona duyurmaması” tavsiyesinde bulunuyordu. Bir de “ananas krizi”ne vesile oldu kayıtlar. Telefonda Fethullah Gülen’e rapor veren kişi, Mustafa Koç’la görüştüklerini ve Gülen tarafından gönderilen tesbihi teslim ettiklerini anlatıyordu. Telefondaki ses Mustafa Koç’a gönderilen “ananası” da rapor etmeyi ihmal etmiyordu. Yandaşlara göre ananas, ballı ihalelerden birinin kod adıydı. Tapelerden birinde Erdoğan’ın Koç Holding’in aldığı gemi ihalesini iptal ettirmeye çalıştığı da anlaşılıyordu. Kurmaca sayamayız, sadece Koç ailesi değil Aydın Doğan da bir ara Cemaate meyletti, sır değildir.  

Mustafa Koç bu kavgadan birkaç yıl sonra kalp krizi geçirerek öldü. Öldüğü günden önceki gece Ankara’da Erdoğan’ın konuğuydu. Sarayda gerçekleşen kabulde, Mustafa Koç ile birlikte Ali Koç da hazır bulunmuştu. Görüşmeden sonra İstanbul’a döndü, oldukça mutlu görünüyordu. O mutluluğunun sebebini Tayyip Erdoğan’a da sordular, şöyle anlattı: “Bir gün önce Mustafa Bey ve Ali Bey bendeydiler. Hatta şakalaştık. Kilo verme sürecini kendisiyle paylaştık. Hatta latife yaptık. ‘Ne yaptın alkolü azalttın mı’ dedim. ‘Azalttım’ dedi. ‘Bunu hepten bırak dedim’…”5 Bir de komşu ülkelerle ticari ilişkiler ve Altay Tankı projesi konuşulmuştu. Demek ki düzenin zirvesinde kavga tali, barış esastır. 

Zirvede, bir de rastlantılara yer yoktur. AKP döneminin açılması ile birlikte Rahmi Koç’un çekilmesi ve koltuğuna Mustafa Koç’un oturması da rastlantı değildi. Yalçın Küçük, “Rahmi Koç hâlâ gençti, dünyaları geziyordu. Böyleyken, 2003 yılında bir hanedan kararıyla Koç krallığını bırakıyor, yerine Mustafa Koç getiriliyor. Bu, Koç ailesinin Cumhuriyet’e bağlılığını bitirip, dindar bir politikanın savunucusu olduğu tarihtir”6 diyor. Demek ki AKP iktidarıyla birlikte aile de bu iktidara uygun iç düzenlemeler yapmıştır. 

Rahmi Koç AKP’nin iktidara gelmesinden ve Tayyip Erdoğan’dan hiç hoşnut olmamıştı. Erdoğan’a yönelik “milyar dolarlık zengin oldu, nasıl oldu” sözü bir ön alma çabasıydı. Bunun bir bedeli de olacaktı haliyle. Mustafa Koç ile Ali Koç babaları Rahmi Koç’u tahttan bu söz nedeniyle indirdi. 2003 yılında ve bir hanedan kararıyla indirilenin yerine Mustafa Koç getirildi. Verimli bir değişiklikti. Mustafa Koç, Koç’a bir Koç daha katmış, holdingi AKP’nin gözde holdingine dönüşmüştü. Özeti budur.

Son yılların ilk umutlu bekleyişi de bu “anlaşmanın” bağıtlandığı günlerde ortaya çıktı. AKP ülkeyi AB’ye sokacak, askeri vesayete son verecek ve gerçek demokrasi için yolu açacaktı. “Yetmez ama evet” o umudun mottosudur. Oysa zaferi kazananlar içindeki karşıt unsurlar uzun süreli bir mücadele için silahları kuşanıyordu. Tarih devrime değil karşı devrime doğru ilerliyordu.

Sermayeye Dayanmadan İktidar Olunmaz

Umutlu bekleyiş o mücadelenin kanlı karşılaşmalarıyla yıkıldı, devrim umudunun yerini derin bir umutsuzluk aldı. AKP ve şefi artık ne umut yaratabiliyor ne de yıktığı rejimin yerine yenisini inşa edebiliyordu. Kahramanlar geçici, düzen kalıcıdır; hemen hemen o tarihlerde yeni bir lümpen arayışın başladığını tahmin edebiliyoruz. 

Ekrem İmamoğlu ile Rahmi Koç bağlantısını ilk Sabah yazarı Dilek Güngör yazdı. Güngör, Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı sürecinde hep başkalarının suflesi ile hareket ettiği kanısındaydı, İmamoğlu adını da kulağına Rahmi Koç fısıldamıştı. 

Hep birileri kulağına fısıldadı o da uyguladı. Sufle ala ala bugünlere geldi. 2010’da Deniz Baykal istifa etti, o ABD’lilerin suflesiyle koltuğa oturdu. 2014’te Kemal Derviş’ten sufleyi alıp Ekmelettin İhsanoğlu’nu Köşk’e çatı adayı yaptı. FETÖ’nün hain 15 Temmuz darbe girişimine ‘kontrollü darbe’ derken sufleyi Alman istihbaratı verdi. HDP-İP-SP ile ittifak buluşmalarında sufleyi Avrupa’dan aldı. 15 milletvekilini istifa ettirip İyi Parti’ye seçim yolunu açtırırken sufle Pensilvanya’dan gönderildi.”7

İddiaları doğru mu bilinmez ama Kılıçdaroğlu’nun yükselişinin Doğan Holding patronu Aydın Doğan’ın bir kanalındaki tartışma programı ile başladığını biliyoruz. 2008 yılında, dönemin AKP’li Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ile CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu, Star TV’de canlı yayında Uğur Dündar yönetiminde karşı karşıya geldi. Genel kanı bu düelloyu Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazandığı yönünde oldu.8 Kılıçdaroğlu’nu CHP Genel Başkanı yapan da işte o kanıydı. Bu kanıyı oluşturan kanalın sahibi olan Aydın Doğan’ın öteden beri Koç ailesinin bir taşeronu olduğu biliniyordu. Hatta elindeki gazete ve TV kanallarının asıl sahibinin Koç ailesi olduğu iddia ediliyordu. Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına geçmesi için yolu Koç ailesi ve Aydın Doğan açmıştı. 

Koç ailesi ile Ekrem İmamoğlu arasındaki ilişkinin ilk ne zaman kurulduğu ise meçhul. Ama belli ki Ekrem İmamoğlu’nun aileyle ilişkileri uzun zaman öncesine dayanıyor. Daha adı sanı duyulmamışken ailenin etrafındaydı. Bir gün Mustafa Koç’un yanında, diğer gün Rahmi Koç’un ofisinde, öteki gün Koç’un fabrika ya da vakıf açılışında boy gösteriyordu. Beylikdüzü ilçesinin belediye başkanı seçilince ilişkileri daha bir ilerledi. Kemal Kılıçdaroğlu İBB için ailenin bahtsız oğlu Ali Koç’u aday göstermek istiyordu, gitti açıldı, aile Ekrem İmamoğlu’nu işaret etti. İBB için Ekrem İmamoğlu Ali Koç’tan daha uygun bir aday olacaktı, ailenin kanısı bu yöndeydi.9 Sermaye aradığı makul Tayyip Erdoğan’ı bulmuştu!

Kasa Her Zaman Kazanır

Koç Holding, 2003’e kadar dayanıklı tüketim malları üretip satıyordu. ABD’nin en büyük otomobil üreticisi olan Ford’un Türkiye temsilcisiydi. Arada turizm alanına el atmıştı. Buzdolabı ve otomobil üretiyordu. Fakat tartışmasız en büyük sermaye grubu haline gelişleri AKP’li yıllarda oldu. Harp sanayine bu dönemde girdiler. AKP bu sektörden Nurol Holdingi çıkardı, Koç’ları aldı; girişleri Tayyip Erdoğan sayesindedir. Erdoğan’ın “Altay Tankı işini onlara vermiştik, onu konuştuk” derken bunu kastediyordu. TÜPRAŞ, Yapı Kredi gibi bonusları saymıyoruz bile. Koç ailesi için inanılmaz kârlar dönemidir. Haliyle iki kardeş, Mustafa ve Ali, babalarını dünya turuna gönderip AKP’ye biat ettiler. Kardeşlerin, aralarından birinin göçtüğü son akşamı Tayyip Erdoğan’ın sarayında geçirmesi rastlantı değildir. 

Erken göçen Mustafa Koç’tan sonra yerine geçen Ömer Koç da AKP iktidarıyla ilişkileri iyi tutmayı başardı. Holding AKP döneminde kârlılıkta rekorlar kırdı. Ülkede yoksulluk arttıkça Koç Holdingin kârı arttı. Bunun karşılığı ailenin kontrolündeki büyük basın aracılığıyla Tayyip Erdoğan’ın ve dinselleşmenin desteklenmesi oldu. 

Tayyip Erdoğan’ı iktidara ve cumhurbaşkanlığına taşıyan da Hürriyet gazetesi ve Aydın Doğan’dı. Demek ki AKP iktidarını Koç ailesi olmadan düşünemeyiz. Tabii muhalefette de seçilmişler var. Örnek, Mustafa Sarıgül ve Hayri İnönü Kemal Kılıçdaroğlu’nun eline aile tarafından tutuşturulmuştu. Biri İBB’ye, diğeri Şişli’ye başkan adayı oldu. Ailenin İstanbul Belediyesi’ne karşı hep bir duyarlılığı vardı. Son yıllarda CHP’nin İstanbul adaylarının istisnasız tamamının yolu Koç ailesinin kapısından geçmiştir. Bir iki başarısız denemeden sonra Ekrem İmamoğlu’nu İBB koltuğuna oturtmayı başardılar. Bu adaylıkların hiçbirini sermayesiz düşünemeyiz. İçinde mutlaka geleceğe bir yatırım var. 

Ekrem İmamoğlu o sayede İstanbul’un kenarındaki bir ilçenin belediye başkanlığından Büyükşehir Belediyesinin patronluğuna zıpladı. Şimdi oradan da Cumhurbaşkanlığına yatay geçiş yapmaya hazırlanıyor. Bu makama aday olacaklar arasında arkası en kuvvetli olandır, şansı yüksektir. Yatırımın ilk karşılığıdır. 

Yalçın Küçük’ün saptaması; ülkemiz, sermaye birikiminden başka bütün birikimlerin reddedildiği bir ucubeye dönüştü. Demek ki düzenin basamaklarından hızla tırmanan kim varsa birikimi sermayedendir.

Süleymancı Yurdundaki Ekrem Müdafa

İlk adıyla Ekrem Müdafa, 1970’te Trabzon’da doğdu… Babası neden sonra soyadını değiştirmeye karar vermişti. İlk ve ortaokulu Müdafa soyadıyla tamamlayan Ekrem bu değişiklikle birlikte Ekrem İmamoğlu oldu. Baba imamlığa pek meraklıydı. Yıldızlı Köyünde yazları Süleymancıların Kuran kursuna gitti, okuma yazmadan önce ezbere Kuran okumayı öğrendi. Ortaokul yıllarında ilçedeki Süleymancılara ait tarikat yurdunda kaldı.

Trabzon Lisesi’nden mezun olduktan sonra KKTC’de Doğu Akdeniz Üniversitesi İnşaat Mühendisliği bölümüne kaydoldu, birkaç gün sonra kaydını Girne Amerikan Üniversitesi İletişim Fakültesi’ne aldırdı. KKTC’de iki yıl öğrenim gördükten sonra 1990 yılında İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’ne yatay geçiş yaptı ve bu bölümden 1994 yılında mezun oldu.

Futbolu seviyordu, Trabzon Lisesi takımının kaleciliğini yapmıştı. Üniversite eğitimi için gittiği KKTC’de Türk Ocağı Limasol Spor Kulübü’nün kalecilerinden biri oldu, “Uçan Çuval” lakabını taktılar genç kaleciye. Aile Özalcıydı, o da o yoldan ilerledi, 1990’ların başında bir yıl süreyle Anavatan Partisi’nin gençlik kollarında görev aldı.10

İmamoğlu ailesi, Beylikdüzü’nden ilk arsayı 1991’de aldı. Bu tarihten sonra inşaat işlerine başlayan aile şirketinde çalışan Ekrem İmamoğlu 1992’de Güngören’de açılan “İmamoğlu Akçaabat Köftecisi”nin başına geçti. Restoranın müşterilerinin ekseriyeti AKP’liydi. Tayyip Erdoğan da dükkânın müdavimleri arasındaydı. Restoran büyüdü, farklı ilçelere sıçradı ancak sermaye ihtiyacı vardı. İmamoğlu 2001’de köfteciyi ailesine bırakıp başka denizlere açıldı. Amatör futbolculuğu işe yaradı, Trabzonspor Futbol Kulübü’nde yöneticilik yaptı. Trabzonspor Basketbol Kulübü’nde de kurucu ve başkan yardımcılığı görevinde bulundu. 

Beylikdüzü ilçesindeki inşaat işleri yolunu CHP’ye düşürdü. 2008 yılında CHP’ye üye oldu, 2014’te CHP Beylikdüzü Belediye Başkan Adayı olup kazandı.

Siyasette yükselişi 2017’de büyükşehir belediye başkanlığına aday gösterilmesi ile başladı. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş 2017’de Tayyip Erdoğan tarafından istifaya zorlanınca belediye meclisinde başkan seçimi yapılma gereği doğdu. CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu olmuştu. İmamoğlu’nu Kılıçdaroğlu’na bu pozisyon için önerenin Koç ailesi olduğu iddia ediliyordu. 

O gün seçilemedi ama 31 Mart 2019 Yerel Seçimlerinde CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı gösterildi. Seçimi kazanıp göreve başlasa da AKP’nin itirazıyla İstanbul seçimleri iptal edildi. 23 Haziran’da yenilenen seçimi de büyük bir halk desteğiyle kazanan İmamoğlu, 27 Haziran 2019 tarihinde mazbatasını alarak göreve başladı.

Yalnızca Tayyip Erdoğan’la değil Karadenizli büyük müteahhitlerle de tanışıklığı ve iyi ilişkileri vardı. Seçimleri kazandıktan sonra ilk işlerinden biri Mehmet Cengiz’i ziyaret etmek oldu.11 Mehmet Cengiz “beşli çete” olarak anılan “fevkalade kayırılmış” müteahhitlerden biriydi. İmamoğlu’nun partisinin genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bu ziyaretin ardından “beşli çete”ye meydan okuyacaktı. “Devletin bazı kurumlarını ele geçirdiklerini, bürokratlarını beslediklerini biliyorum. Elbette bunlar Kılıçdaroğlu gelmesin diye toplantı yaparlar”12 diyordu. Bu adımlar, kısa zaman sonra CHP içi bir hesaplaşmaya dönüşecek, “beşli çeteciler” kavgadan zaferle çıkacaktı. İmamoğlu’nun 31 Mart zaferinin arkasında o savaşın da etkileri vardı. Kılıçdaroğlu’nun kaybettiği kongrede ve kongreyi takip eden seçimlerde hiç kaynak sıkıntısı yaşanmamıştı.  

İktidar Tarikatta Başlar

Nakşibendilik İran çıkışlı bir tarikat. Görünüşte şeriata, Kuran’a ve hadislere sıkı sıkıya bağlıydı ama gerçekte pragmatizm hükmünü sürdürüyor. Bu senkretik yapısına karşın tutucu, padişahçı, hilafetçi, şeriatçı bir tarikat Nakşibendilik. Osmanlı sarayı Bektaşilik yerine onu devlet tarikatı yapmaya karar verince önü açıldı. Süleymaniye çıkışlı Halidilik kolu kısa zamanda ülkenin her yanına sirayet etti. Bu kolun yakın dönemin bütün karşı devrimlerinde bir şekilde dahli var. 31 Mart gerici ayaklanması bu tarikatın önderliğinde gerçekleşti, Kurtuluş Savaşı’nda direnişin düşmanı. Şeyh Said ayaklanması, Menemen isyanı bu tarikatın marifeti.13 Tarikat doğuşundan bu yana 20’ye yakın filiz verdi. Said-i Nursi’nin kurduğu Nurculuk ve Süleyman Hilmi Tunahan’ın adına yazılı Süleymancılık bugüne kalan kollardan ikisi. Bu iki kol ülkedeki karşı devrimin de en etkili iki elemanı. 

Ana kaynakları Nakşibendilik neredeyse iki yüzyıldır devletin bir uzantısı olarak faaliyet gösteriyor. Cumhuriyetin yol açtığı kısa aranın dışında ülke sathında hep etkili. İnişli çıkışlı bir ilişkileri olmuş devletle ama hep devletin eteğinden tutunarak iş görmüş. Son iki Cumhurbaşkanı, Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan, Büyük Doğucu-Nakşibendi-Halidi geleneğinden. Nakşibendiliğin özellikle İskenderpaşa kolu adeta Enderun Ocağı gibi. Abdulkadir Aksu, Mehmet Ali Şahin, Beşir Atalay, Ali Babacan, Ali Çoşkun, Kemal Unakıtan, Binali Yıldırım İskenderpaşa kolundan. Eskilerden Necmettin Erbakan, Turgut Özal, Recai Kutan, Korkut Özal, Ahmet Tekdal, Hasan Hüseyin Ceylan, Temel Karamollaoğlu, Nevzat Yalçıntaş bu kolun uzantısı. Murat Başesgioğlu Nur talebesi. Hüseyin Çelik, Bülent Arınç Nurcu. Necmettin Erbakan’ın bir Nakşibendi-Nurcu koalisyonu olan Milli Selamet Partisi içinde çoğalıp ülke sathına yayıldılar. Ülkeyi yeniden bir şeyhler, dervişler ülkesi haline dönüştürdüler.

CHP bu yola biraz geç girdi. CHP’nin ilk tarikat açılımı Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin genel başkanı seçildiği yıl oldu. O dönem CHP Parti Meclisi’nin en önemli isimleri arasında gösterilen İlahiyatçı Doç. Dr. Muhammed Çakmak, CHP’nin yeni anlayışını şöyle tarif ediyordu:

Tarikatlara ve cemaatlere yönelik bir ayrım yapmayacağız. Topluma bütün olarak bakacağız. Adam kendini nasıl ifade ediyorsa etsin. İnanan, inanmayan herkesin özel inanç dünyası bizim için saygıdeğer olacak. İnsanların halkla ve kamuyla ilişkilerinde bir hata yoksa özel yaşamı bir başkasının özel yaşamını tehdit etmiyorsa sorun yok. CHP iktidarında tarikat ve cemaatler kendilerini daha da rahat ifade edecekler… Herkesin özgürce bireysel dindarlığını yaşamasının CHP olarak teminatı olacağız.”14

Bu açılım, türban açılımı, Fethullah Hoca açılımı, Dersim açılımı, “aile sigortası” adı altında sadaka ekonomisi açılımının bir uzantısıydı. O günden bu yana CHP’nin dili de giderek dinselleşti. Dindar görünmek, ibadet ederken fotoğraf vermek, konuşmasını dini terimlerle süslemek CHP’li siyasetçilerin olmazsa olmazları. Bunu en iyi yapanlardan biri İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu. Şehir şehir dolaşıyor, Cuma namazı çıkışlarını, tıpkı Tayyip Erdoğan’ın yaptığı gibi, bir siyasal şova dönüştürüyor. 

Bu açılımın sonucu CHP listelerine tarikatçı adayların dahil olmasıydı. Örneğin Menzil tarikatı üyesi olduğu iddia edilen Cemil Yüm, 2019 yerel seçimlerinde CHP’den Meclis Üyesi seçilerek Karşıyaka Belediye Meclisi’nde 5 yıl görev yaptı. Pek çok Menzilciyi de partiye üye yapan Yüm 31 Mart seçiminde yeniden Karşıyaka’da meclis üyeleri listesine alındı. CHP’nin Düzce Akçakoca Belediye Başkan Adayı Fikret Albayrak da Menzil cemaati hayranıydı. 2013 yılında Menzil’in Eskişehir’deki kolunun lideri olan Fevzeddin Erol, Akçakoca’ya gitmiş, dönemin Belediye Başkanı olan Albayrak, Menzil şeyhi Erol’u görmek için iki saat kapısında beklemişti. 

Sadece bu değil, Nakşibendi Tarikatının Süleymancılar Cemaati, İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nu; Ankara’da Mansur Yavaş’ı destekleyeceğini açıkladı. Bu açıklama üzerine Ekrem İmamoğlu’nun çocukken Süleymancı cemaatinde eğitim gördüğü yıllarda çekilen bir fotoğraf düştü basına. Fotoğrafta, Kuran eğitimi için ailesi tarafından Süleymancı cemaatine teslim edilen İmamoğlu, başarısı nedeniyle hocalarının yanında ödül almayı beklerken görülüyordu. Nakşibendi Tayyip Erdoğan’dan bizi kurtaracak kahraman da Nakşibendiydi. 

Mavi Vatan-KOÇ-Erdoğan-İmamoğlu

2023 yılı. AKP Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rahmi Koç ve Ali Koç’la Beştepe’de bir araya geldi, mutlu aile fotoğrafı verdi.15 Görüşme sonrası herhangi bir açıklama yapılmadı. Bu mutluluk saçan fotoğraf bir de Mısır bağlantısı saklıyordu içinde. Erdoğan’ın “Müslüman Kardeşler”ini tepelediği için düşman ilan ettiği Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah Sisi ile barışmak zorunda kalmasının ardından, 2022’de, Koç Holding şirketi Arçelik, Mısır’da beyaz eşya üretim tesisi inşa etmek için harekete geçmiş, Erdoğan’ın nedamet getirerek açtığı kapıdan ilk onlar girmişti. Kapitalistler için barış da savaş da birer kâr kapısıydı. Türkiye ve Mısır arasındaki ilişkiler yeniden büyükelçilik seviyesine çıkarılınca Koç ailesi Saray’a koşmuştu. Konu ailenin talepleri ve iktidarın buna vereceği cevaplardı.

Sermaye çıkarının peşinden gider. Ülkenin gericilik kuyusunun dibine itilmesinin baş sorumlusudur Koç ailesi. Dinselleşmeyi onlar istedi, uygulamasının arkasında onlar durdu. Onların istediği dinselleşmeyi silah zoruyla yürürlüğe koyan 12 Eylül cuntası özünde bir sermaye organizasyonuydu. Turgut Özal tarafından hazırlanan ve darbenin ekonomik programı olan 24 Ocak kararları ancak darbe ile solun ve işçi sınıfının direncinin kırılmasının ardından uygulanabilmişti. Darbeyi emperyalist başkentler ve TÜSİAD el ele vererek yapmıştı. Vehbi Koç’un darbenin ardından Kenan Evren’e gönderdiği ve “emrinize amadeyim” diye biten mektup bu iş birliğinin en açık kanıtıydı.

2023 yılında da aile istediğini aldı. Türkiye-Mısır yakınlaşmasından en kârlı onlar çıktı.  

Mısır sorunu “Mavi Vatan”la aşılmak istenen sorunlardan biriydi. Utangaç yayılmacı “Mavi Vatan”ın iki teorisyeninden biri olan Amiral Cem Gürdeniz Fethullahçıların TSK’yı teslim almak için planladığı “Balyoz” davasında yargılandı, 18 yıl ceza aldı. Fethullahçılar darbe yapmaya kalkışıp dağılınca beraat etti. Parlak bir subaydı, ancak iktidar cumhuriyet ordusunun kalıntılarını temizlemeye kararlıydı, yapının veya kapının dışına atılması kaçınılmazdı.

“Mavi Vatan” doktrini, “FETÖ” çatışmasının ardından ordudan dışarı atılanların sistemin içine alınması için bir imkân yaratmıştı. Bu tür işler AKP’nin fetihçi “Neo Osmanlı” emelleriyle örtüşüyor, düşmanlık beslediği subayların sisteme dahli için kapıyı açık bırakmasına neden oluyordu. Ancak işler umulduğu gibi gelişmedi. Cem Gürdeniz’i “emekli generaller bildirisi”nin yazıcısı olduğunu iddia edip gözaltına aldılar. Burnunu sürttükten sonra bıraktılar. 

“Beylikdüzüʹnde 8 tarihi batık bulundu…” 2017 tarihli bir haberin başlığı bu. Şöyle devam ediyor: “Beylikdüzü Belediyesi, West İstanbul Marina ve Batı İstanbul Vakfı öncülüğünde ‘Beylikdüzü Denize Açılıyor; Sualtı Tarihi Araştırmaları’ lansmanı, Beylikdüzü Belediye Başkanı Ekrem İmamoğluʹnun öncülüğünde West İstanbul Marinaʹda yapıldı. Lansmana konuşmacı olarak Araştırmacı- Belgeselci Cengiz Özkarabekir, Deniz ve Gemi Tarihçisi Ahmet Güleryüz, Yrd. Doç. Dr. Denizhan Vardar, Koç Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Cem Gürdeniz, Yrd. Doç. Dr. Güzden Varinlioğlu, Sualtı Görüntü Yönetmeni ve Sualtı Araştırmacısı Cumhur Ayar ile West İstanbul Marina Genel Müdürü Fuat Çimen katıldı.” 

Haberden anlaşıldığı kadarıyla Amiral Gürdeniz, Koç Üniversitesinde de görevler üstlenmişti. Ancak “emekli generaller bildirisi” yayınlanıp AKP tarafından çok sert bir tepkiyle karşılaşınca Koç Üniversitesi Cem Gürdeniz’in adını vakfın künyesinden sildi. O da bunun karşılığında Koç Üniversitesi Denizcilik Forumu (KÜDENFOR) direktörlüğü görevinden istifa etti. “Mavi Vatan” etkinlikleri bu sitede sürdülüyordu. Koç Üniversitesi bu çalışmalara destek veriyor hatta ev sahipliği yapıyordu. Özetle bu “kurucu” generalimiz de bir oligarkın himayesindeydi.16 

Dalışı himaye eden Beylikdüzü Belediyesi o tarihten sonra ünlendi. Haliyle Cem Gürdeniz’in dahliyle düzenlenen dalma-batık çıkarma ritüeli rastlantı değildi. “Mavi Vatan” Koç destekli bir projeydi. Sınır ötesi operasyonlara en çok onların ihtiyacı vardı. Onlar işaret ediyor, AKP işaret edilen yere sorgusuz giriyordu. Girdiği ve çıktığı yerde hep Koç ailesi vardı.

Tayyip Erdoğan’ın Açtığı Yoldan

Tayyip Erdoğan yükselişini borçlu olduğu partiyi ve liderini bertaraf ederek yola çıkmıştı. Arkasında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığından aldığı güç vardı. Erbakancı Fazilet Partisi’nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmasının ardından bağımsız kalan milletvekilleri, yeni parti kurma çalışmalarını “gelenekçiler” ve “yenilikçiler” olarak adlandırılan iki kanattan sürdürdü. “Millî Görüşçüler” Saadet Partisi çatısı altında toplanırken, başını Tayyip Erdoğan’ın çektiği “yenilikçiler” Adalet ve Kalkınma Partisi’ni kurdu. Tayyip Erdoğan böylece “milli görüş gömleğini” çıkarmış, Necmettin Erbakan ve partisinin ağırlığından kurtulmuştu. 

Ekrem İmamoğlu da aynı yoldan ilerledi. O da gücünü İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığından alıyordu. Kendisini CHP’den de başkanın da güçlü hissediyordu. Bunun bir müdahaleye dönüşmesi kaçınılmazdı. 

İmamoğlu sağdan ithal edilmişti, ANAP kökenliydi. CHP’liliği ihtiyaç nedeniyle hasıl olmuştu. Hiçbir zaman bir parti üyesi gibi davranmadı, her makama pazarlık yapa yapa oturdu. İBB adaylığı da pazarlıklar sonucu olmuştu. Aday olmaya razı olmasının şartlarından biri, feragat edeceği Beylikdüzü Belediye Başkanı koltuğuna onun işaret ettiği bir adayın oturtulmasıydı. İstediğini aldı, imardan sorumlu danışmanını boşalttığı koltuğa aday yapmayı başardı. Ancak bazı PM üyeleri İmamoğlu’nun danışmanına, “O partili değil. CHP’de krallık ya da saltanat düzeni mi var ki birisi, diğerini yerine aday olarak bırakıyor” diyerek itiraz ediyordu. Kılıçdaroğlu itirazları dikkate almadı, Beylikdüzü adayı CHP’nin açıklanan ilk adayı oldu. 

İmamoğlu ilk 31 Mart yerel seçimlerinde seçimi kazanmasına rağmen AKP sonucu kabul etmeye yanaşmayınca seçim yenilendi, İmamoğlu tekrar kazandı. Koç ailesi İmamoğlu’nun kısa süredeki bu iki zaferine iki ziyaret sığdırmayı başardı.17 Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Koç ve Koç Holding Yönetim Kurulu Üyesi Levent Çakıroğlu İmamoğlu’nu ziyaret edip, fotoğraf verdi. Rastlantıya yer yoktu, mesajları bu yöndeydi. 

Sonuçta hem adamı hem kendisi seçimi kazandı, İBB makamına dualar eşliğinde oturdu. Makama imam da getirdiler ki, belediye ile imam nikâhı kıysın…

Sonra sıra geldi Kemal Kılıçdaroğlu ve partisinin ağırlığından kurtulmaya…

CHP’de son genel başkanlık yarışı sızdırılan bir video ile başladı. Video, Kılıçdaroğlu muhaliflerinin “zoom toplantısı”nın kayıtlarıyla oluşturulmuştu. Toplantıyı İmamoğlu’nun yönettiği görülüyordu.18 Üst düzey CHP yöneticilerinin katıldığı toplantıda, CHP Parti Meclisi’nin olağanüstü toplanması için plan yapılıyor ve olağanüstü kurultay ihtimali konuşuluyordu. Videonun altına düşülen notta bu isimlerin ortak noktası şöyle açıklanıyordu: “Tamamı partiye çökmüş, dönemlerdir her türlü malı götürmüş, son seçimde milletvekili listelerini yapmış kişiler.” “Değişim manifestosunu” Bülent Tezcan yazıyor, örgütleri Tekin Bingöl ayarlıyor, Gökhan Günaydın PM’yi organize ediyor ve Ekrem İmamoğlu’nun danışmanı Murat Ongun belediye parasıyla “yeni MYK üyelerini” sosyal medyada linç ettiriyordu. Organizasyon büyüktü! 

Bu videonun iki anlamı vardı. Birincisi, mevcut yöneticiler video ile ön almaya çalışıyordu. İkincisi, İmamoğlu’nun partide artık inkâr edilemez bir ağırlığı vardı. İktidar fiilen Kılıçdaroğlu’ndan İmamoğlu’na geçmişti. 

Bu videonun dolaşıma sokulmasının ardından CHP, MYK’nin olağanüstü toplantı kararını aldı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun altının oyulduğu artık ortaya çıkmıştı. Parti yeni genel başkanını arıyordu. En şanslı aday ise tartışmasız İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’ydu. Ancak İmamoğlu İBB Başkanlığı koltuğunu boşaltma riskini göze alamadı, başkan adayı Özgür Özel olacaktı. Seçim yapıldı, Özgür Özel kazandı. Kılıçdaroğlu dönemi sona ermişti. 

Ekrem İmamoğlu seçim çalışmalarına ağırlıktan kurtulmanın enerjisiyle başladı. İl il, bölge bölge dolaştı, mitingler yaptı, Tayyip Erdoğan’ın yaptığı gibi özenle seçtiği gazetecileri gezilerine davet etti. Karadeniz gezisinde Ertuğrul Özkök, Nagehan Alçı ve Arif Beki ile aile fotoğrafı verdi. Gelecekte çalışacağı gazeteci tipinin işaretiydi bu. O fotoğraf çok tepki çekti, halkın “yandaş” diye bellediği gazetecileri yanına alması skandaldı. İmamoğlu’na eleştirileri sordular, “Vız gelir tırıs gider… Bu tarz girişimleri yapanları akıllı olmaya davet ediyorum”19 dedi. Geleceğe değin planı bu tür ilişkileri zorunlu kılıyordu. 

Zaman geçti, İmamoğlu üçüncü seçimini de kazandı. Artık önü açıktı. Eşi Dilek İmamoğlu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan için “Emine hanımla birlikte projeler yapalım isterim. Çok güzel projeler de yapıyor. Kız çocukları için, kadınlar için projeler yapmak isterim kendisiyle”20 dedi. Bunlar bir hazırlığa işaret ediyordu. Biri Tayyip Erdoğan’ın diğeri Emine Erdoğan’ın yerine hazırlanıyordu. “Davaları” bundan ibaretti. 

İngiltere Yol Açıyor

Bu yükselişe İngiltere’nin dahli, karlı bir İstanbul gününde İmamoğlu ile İngiltere Büyükelçisi’nin yemek yediği haberiyle ortaya çıktı. Şehir karla boğuşurken o keyfine bakıyordu, AKP medyası böyle diyordu. 

Ama bu İngiltere ile ilk temas değildi. Tayyip Erdoğan’ın daha Başbakan değilken ABD turuna çıkıp resmî törenlerle ağırlanması gibi İmamoğlu da 2019 yılının son ayında Londra’ya uçmuş, Chatham House’la görüşmeler yaptı. Chatham House, Emperyalist sistemin fikir üreticilerinin başında geliyordu. Kurumun önemli bir özelliği daha vardı, kurumsal ortaklarından biri Koç Holdingdi. İngiltere İstanbul Başkonsolosu Judith Slater’in de eşlik ettiği o görüşmelerde İngiltere-Türkiye ilişkileri ele alındı. Chatham House her yıl “uluslararası ilişkilere katkıda bulunan” kişilere ödül veriyordu. Ödülü, 2010’da, Abdullah Gül almıştı. İmamoğlu yeni adaylardan biriydi. 

İmamoğlu Chatham House’da London&Partners (L&P) Ajansı’nın kendisi onuruna verdiği öğle yemeği davetine katıldı. Ertesi gün bir yuvarlak masa toplantısı yapılacaktı. Toplantıya katılacağı belirtilen kuruluşlar arasında Goldman Sachs, JP Morgan, Morgan Stanley, Citi Group, Credit Suisse, HSBC, Barclays gibi önemli yatırım bankalarının temsilcileri de vardı.  

İmamoğlu’nun Chatham House ziyaretinin yapıldığı yıl 65. Bilderberg Grubu Toplantıları İsviçre’nin Montrö kentinde yapıldı. Bilderberg de tıpkı Chatham House gibi emperyalizm için fikir üretiyordu. “Kapitalizmin Geleceği” başlığının tartışılacağı toplantının Türk katılımcıları Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Koç, emekli büyükelçi ve CHP Milletvekili Ahmet Ünal Çeviköz, Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp ve Metin Sitti’ydi. Toplantı molalarından birinde Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Koç, İngiltere İstihbarat servisi MI6 eski şefi yeni BP yöneticisi John Sawers ve NATO Stratejik İletişim Mükemmellik Merkezi Direktörü Janis Sarts hararetli bir sohbet yürütürken görüldü. İddialara göre sohbet Türkiye’deki olası iktidar değişimi üzerineydi. 

Üç yıl sonra İmamoğlu ile balıkçıda buluşan kişi bu kez İngiltere’nin Türkiye Büyükelçisi Dominick Chilcott’tu. Büyükelçi Chilcott, bu yemekten birkaç ay önce Atina’da Türkiye’de iktidar değişimi senaryolarının konuşulduğu gizli bir toplantıya katılmış, sıcağı sıcağına bir de İmamoğlu ile görüşmek istemişti.21

Yemek iddiası ortaya atılınca İmamoğlu tereddütsüz reddetti. Yemek yenilmemişti. Ancak AKP iktidarı bu yemeği kaydetmişti, ellerinde MOBESE kayıtları vardı.  İmamoğlu’nun balıkçıda Chilcott ile yemek yediği gün, İmamoğlu’nun çok yakın durduğu İYİ Parti’nin İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu’nun da İngiltere’nin İstanbul Başkonsolosu Kenan Poleo ile görüştüğü ortaya çıktı. İngiltere’nin Türkiye gündemi pek yoğundu. 

Burada da rastlantıya yer yoktu. CHP’nin son seçimin aktörlerinin yolu bir şekilde Londra’ya çıkıyordu. İmamoğlu’nu Kılıçdaroğlu’na tavsiye eden Koç ailesinin patronu Ömer Koç Londra’da ikamet ediyordu. Bu seçimde önemli rol üstlenen Halk TV’nin patronu da Londra çıkışlıydı. 

Erdoğan-Gül Modeli Yürürlükte

Tayyip Erdoğan bir muhalefet partisinin İstanbul Belediye Başkanı olarak yola koyuldu. O koltukta uzun süre tutunmayı başardı, siyasette ilerlemeye yetecek kadar birikim yaptı. Sonra partisinden koptu, kendi partisini kurdu. Ama aklı koltuğundaydı, hiçbir zaman İBB başkanı olmaktan vazgeçmedi. İstanbul’u, perde gerisinden yönetmeye devam etti.

Şimdi onun açtığı yoldan Ekrem İmamoğlu ilerliyor. Önce koltuğa oturdu, sonra partisini düzledi. Ancak koltuğunu bırakmadı, emanetçi modeli yürürlüktedir.  

CHP’de sayım bitti, seçimi Özgür Özel'in kazandığı anlaşıldı. CHP’nin eski avukatı Mustafa Kemal Çiçek, “Özgür Özel’in genel başkan olmak için delege ve medya gücü, maddi kuvveti yoktu. İmamoğlu, zoom toplantılarıyla ilerledi. Özel’in ardında durdu. Tarihte ilk defa bir yerel yönetici genel başkan belirledi. Özel, İBB’nin maddi gücünden faydalanarak kurultaydan galip çıktı” diyerek açıkladı CHP’deki iktidar değişiminin sırrını.

Zafer Özel’in zaferi değil, demek istediği buydu. Özgür Özel taşradan gelen bir eczacı olarak dahil oldu CHP’ye, enerjik ve hazır cevap bir çocuk muamelesi gördü hep. Partinin sadık bir üyesi olmak dışında anlatacak bir hikayesi de yoktu. Alanı Özgür Özel için Ekrem İmamoğlu düzlemişti. 

Şimdi Erdoğan’ı iktidara taşıyan “Erdoğan-Gül” modeli CHP’de de yürürlükte. 2002’de Erdoğan’ın siyasi yasağını Abdullah Gül’ü resmi başbakan, Tayyip Erdoğan’ı gölge başbakan yaparak aşmışlardı. Şimdi de Özgür Özel resmi, Ekrem İmamoğlu gölge CHP Genel Başkanı…

“Mali aristokrasi, zevkleriyle olduğu gibi kazanç sağlama tarzıyla da, lümpen proletaryanın burjuva toplumunun doruklarındaki yeniden doğumundan başka bir şey değildir.” İki yüzyıllık bir kehanet bu. Sermayenin onu devrimden gelen tortulardan kurtaracak Caligulalara ihtiyacı var. Amcaya karşı yeğen; Napoleon’a karşı Louis Bonaparte. Tayyip Erdoğan’a karşı Ekrem İmamoğlu… Paranın, pisliğin, kanın ve lümpenliğin birbirine karıştığı bir düzen bu. Zaman ilerliyor, lümpen proletarya burjuva toplumunun doruklarında yeniden doğuyor. 

Umut ise daha radikal bir partinin zaferini bekliyor.