Levan Akin ve Gaye Su Akyol buluştu: Kendinin en iyi arkadaşı ol! - bant mag

Levan Akin ve Gaye Su Akyol buluştu: Kendinin en iyi arkadaşı ol!

Fotoğraf: Aylin Güngör

Levan Akin, yeni filmi Crossing’in 43. İstanbul Film Festivali’ndeki Türkiye prömiyeri için İstanbul’daydı. Çekimlerini İstanbul’da gerçekleştirdiği filmde, Türkçe sözlü birçok parçaya da yer vermiş; biri de Gaye Su Akyol’dan “Biliyorum”. Bu, ikilinin yollarının ilk kesişimi de değil. Levan’ın burada olduğu günlerden birinde, ikisini Bant Mag. Havuz / Bina’da buluşturduk, kayıt tuşuna bastık. Yaşantılarındaki paralellikler, çevrelerindeki insanların benzerlikleri, devam edebilme motivasyonları, karanlıkla başa çıkma metotları, hayalleri ve çok daha fazlasına uzanan bir sohbet için söz şimdi onlarda.

Bu sohbet, Bant Mag. Mayıs 2024 sayısında yayımlandı.


Gaye Su Akyol: Öncelikle seni seviyorum. Senin benim arkadaşım olmana ve varlığına dair ne kadar mutlu olduğumu söylemek istiyorum. Bu güzel ve tuhaf dünyada yaptıkların çok anlamlı. Ve sadece var olduğun için teşekkür etmek istiyorum.

Levan Akin: Çok tatlısın. Teşekkür ederim. Ben de sana aynı şeyi söylemek istiyorum, bu bir lovebombing’e dönüştü. Herkes, “Anladık, birbirinizi seviyorsunuz! Hadi şimdi devam edelim.” diyecek. Çok tatlısın. Müziğinin bir şekilde hayatıma girdiğini sana söyledim ve bunun çok özel olduğunu düşünüyorum. Ve izlediğim ilk videon, “İstik…

Gaye Su Akyol: “İstikrarlı Hayal…”

Levan Akin: Tamam. Neyse, söyleyemeyeceğim. Çok karmaşık. Bu gördüğüm ilk klibindi. Sonra duyduğum ilk şarkı ise “Bir Yaralı Kuştum”. O dönemde hayatımı çok etkiledi. Bu yüzden sana bir mail attım. Asla gerçekten tanışacağımızı ve senin de harika bir insan ve arkadaş olacağını ve bu yolu birlikte yürüyeceğimizi hayal edemezdim. Bu filmle birlikte de buraya nasıl geldiğimi, nasıl başladığımı hatırlıyorum. Araştırmalar yapmaya başladığımda karşılaştığım ilk insanlardan birisin. Şimdi ise film İstanbul’da gösterildi ve sen oradaydın. Şimdi de bu sohbeti ediyoruz. Bu yolculuğun güzel bir noktası. Bu yüzden bunun için ve bana tüm süreç boyunca destek olduğun için teşekkür ederim.

Gaye Su Akyol: Benim için bir zevk. Teşekkür ederim. Ve evet, Kadıköy’de bir kafede tanıştık. Ve duyguların varlığını hemen hissettirdiği bazı anlar vardır, biliyorsun, “Bu adamı tanıyorum.”, “Bu kişiyi tanıyorum.”, “Bu ruhu tanıyorum!” dersin. Bu hissi hemen yakalamıştım. Bugün klişeleri sormayacağım sana çünkü işlerin hakkında binlerce kez bu soruları cevaplamışsındır muhtemelen. Nasıl bir çocukluk geçirdiğini merak ediyorum. Eğlenceli miydi, zor muydu? Ne söyleyebilirsin?

Levan Akin:  Benim için pek de kötü değildi. Yani, bunun yaptığım filmlere de yansıdığını düşünüyorum. Diyelim ki çok kötü bir çocukluk geçirmişim, Charles Dickens’ın Oliver Twist’i tarzı bir varoluş, böyle şeyleri içinde olduğunuzda gerçekten fark etmiyorsunuz. Yani, Crossing’deki gibi hayatlarının tadını çıkarıyorlar. Dışarıdan bakınca fark etmeye başlayıp işte o zaman anlıyorsun ne kadar boktan olduğunu. Kuzenlerim veya ablamla bazı şeyleri konuşuyoruz, babamızın çocukken yaptığı bir şeyi hatırlıyoruz. Mesela, babamız aniden çok dindar biri oldu ve bizimle Kur’an dersi yapacaktı. Deliriverdi. Hayatın öyle bir noktasındaydı. Seinfeld’deki ya da Royal Tenenbaums’taki bir karakter gibiydi. İzledin mi? Kardeşlerim ve ben çok seviyoruz filmi çünkü Gene Hackman o filmde tıpkı babam gibiydi. Bildiğin aynı kişi. Ve babamın her zaman, bir yerlerden gelen tuhaf bir arkadaşı olurdu. “Bu kim?” olurduk.

Gaye Su Akyol: Gelip gidiyorlar, değil mi?

Levan Akin: Gelirler ve giderler. Birdenbire yok olurlar. Nefret eder onlardan. Kötü bir şeyler olmuştur. “Beni kandırmaya çalışıyordu.” ya da “Beni kullanıyordu” gibi. Hep bir hikâye vardır ve aniden kaybolurlar. Ve sen, bir çocuk olduğun için buna inanırsın. “Vay be, bu adam da kötüymüş.” dersin. Biliyorum, berbat. Uzun lafın kısası, şunu söylemek istiyorum: Çocukluğuma, şimdi, bir yetişkin gözüyle dönüp baktığımda “Bir dakika diyorum, bu çok rahatsız edici.” Ama bunu o sırada bilmiyorsunuz. Ablamla bunlara artık gülüyoruz. Bir komedi gibi. Ama düşününce de “Gerçekten çok kötüymüş!” diyoruz. Harika bir çocukluğum oldu mu? Hayır, olmadı. O zamanlar kötü olduğunu mu düşünüyordum? Hayır, eğlenceliydi. Ama geriye dönüp bakınca, aslında ilk kez beş yıl önce Bant Mag.’a verdiğim röportajda, babamın beni ve ablamı terk ettiği hikâyeyi anlattım. Bizi yaz tatili için alacaktı ve Gürcistan’a gittik. Sonra bizi bir komünist kampında bıraktı. Orada Lenin’in zaferine şarkılar söylüyorduk. 7 yaşındaydım, ablam ise 11 yaşındaydı. Bir komünist kampının içindeydik. Devasa bir Lenin resmi ile fotoğraflarımız var. Kırmızı fularlarla komünist pozu veriyoruz. Sanki öncü birliktenmişiz gibi. Komik işte. Evet. Neyse, ben de sana çocukluğunla ilgili bir soru sormak istiyorum. Müzik çocukluğunda nasıl bir rol oynadı? Belki sıkıcı bir soru ama merak ediyorum. Müzik ne zaman seni bu denli etkilemeye başladı?

Gaye Su Akyol: Duygusal olarak yalnız bir çocuk olduğumu hatırlıyorum. Bunu sonradan fark ettim aslında. Sorsan çok mutluydum, aynı mesele. Annemi kaybettikten sonra bir psikiyatriste gittim, bana “Buraya neden geldiğini söyle.” dedi. Ben de konuşuyor, anlatıyordum işte. “Ailem iyi insanlar” diyordum. 30 dakika boyunca konuştum. Sonra psikiyatrist durdu ve şunu sordu: “Özür dilerim, baban bu hikâyenin neresinde?” Çünkü ondan hiç bahsetmemiştim.

Levan Akin: Bu bana da sürekli olur. İnsanlar bana hep, “Ya baban?” diye soruyor. Pek kendisinden bahsetmem.

Gaye Su Akyol: Bu soru karşısında şok olmuştum çünkü mutlu ailemi anlatırken ondan hiç bahsetmemiştim. Annemden, kardeşimden, dayımdan bahsediyordum. Çünkü çok yakındık, hep bir aradaydık, apartmanlarımız yan yanaydı. Böylece dedem, anneannem de oradaydı. Çekirdek aile benim için buydu. Yani, soruna gelirsek, müzik benim kurtarıcım oldu. Hayatımı kurtardı. Tüm bu yalnızlıkta, besteler yapıyor, garip şarkılar yazıyordum. Sadece söz yazıyordum. Trabzon’da bakkaldan bir defter almıştım. Hâlâ saklıyorum. Yazın, baba tarafımızın yanına oraya gitmek zorundaydık. Bu arada, o zamanlar tatil için benim, abimin ya da annemin ilk tercihi Trabzon değildi tabii. Ama geriye dönüp baktığımda güzel buluyorum o günleri. Defterin eskimiş bir dokusu var, kahverengi renkte. Ve o deftere şarkı sözleri yazıyordum, şiir gibi. 5 yaşındayken. 

Levan Akin: O kadar erken mi? 

Gaye Su Akyol: Evet, çünkü ilkokula 5 yaşında başladım. Çok duygusal bir çocuktum ve duygularımı ifade etmenin bir yolunu bulmaya çalışıyordum muhtemelen. Heralde kimseye anlatamadığım için. Annemin de aynı durumda olduğunu hatırlıyorum. Geriye dönüp bakınca, onun da yalnız olduğunu düşünüyorum çünkü neyle ilgilendiğini kimselere anlatamıyordu. Annem ve anneannem Türk sanat müziğiyle çok ilgilendiği için müzik her zaman hayatımdaydı. Sürekli şarkılar söylüyorlardı. TRT tek kanaldı, devletin kanalı. Ve TRT’de gün boyunca, büyük saçlı, parlak kostümlü kadınlar, eski Türk şarkılarını söylüyordu. 

Levan Akin: Müzeyyen Senar gibi mi?

Gaye Su Akyol: Evet, evet.

Levan Akin: Ve tabii ki Zeki Müren diye tahmin ediyorum.

Gaye Su Akyol: Evet ama devletin kendi sanatçıları vardı. 50 kadın, asker gibi durup sadece şarkılarını söylüyordu, inanılmaz şarkılar. Bu şarkıları dinlerken büyüleniyordum ve sözlerini ezberlemeye çalışıyordum. Yani evde ve her yerde, Türk sanat müziği etrafımdaydı. Ayrıca, dayım benim kahramanımdı çünkü benim için dünyanın geri kalanından çok farklıydı. Gazeteci ve işi gereği dünyayı dolaşıyordu. Gittiği yerlerden bazı enstrümanlar getiriyordu; örneğin Afrika’dan, dünyanın dört bir yanından birçok şey. Aynı zamanda harika bir caz dinleyicisiydi de. Onunla müzik dinlediğimi ve darbuka çaldığımı hatırlıyorum. Müzik üzerinden bir bağ kurmuştuk. Babamla yaşadığım birkaç ânı da hatırlıyorum, o da halk müziği dinliyordu, Ruhi Su, Neşet Ertaş gibi. Resim yaparken de Beethoven, Mozart gibi klasikleri dinliyordu. Yani bu insanların hepsinden etkilenerek doğru müzikal yolculuğu seçtim.

Levan Akin: İnanılmaz. Gerçekten çok çeşitli…

Gaye Su Akyol: Aslında bu anlamda şanslıydım. Ama o dönemde Türkiye’de, İstanbul’da, belki herkes müzikle çok ilişkiliydi çünkü hayatın tadını çıkaracak pek fazla şey yoktu aslında. Yani, Müzeyyen Senar tarzı gazino kültürü.

Levan Akin: Yani meyhane benzeri bir yer gibi.

Gaye Su Akyol: Evet ama çok ünlü sanatçılar sahne alıyordu. O dönemde beni hayata bağlayan şey müzikti diyebilirim çünkü onu çok büyülü, güzel buluyordum. Hatta bestelemek, şarkı yazmak çok küçük yaşta cezbetti beni. Öyle işte.

Levan Akin: Vay be. Çocukken benim için de film bir kaçış gibiydi sanırım. Sinema beni öyle bir büyülemişti ki… “Bu nasıl mümkün olabilir?” diyordum, sanki büyü gibi bir şeydi benim için. “Nasıl bir araya getiriyorlar bunu?” diyordum. Meraklı biriyim.

Gaye Su Akyol: Peki izlediğin ilk filmi hatırlıyor musun?

Levan Akin: İlki mi emin değilim ama çok güçlü anılarım var. Babamın eski videoları vardı; Charlie Chaplin ve Laurel & Hardy mesela… Charlie Chaplin üzerimde büyük bir etki yaptı ve o filmlerin türü, hikâyesi, her zaman dışarıdan bakış açısı; fakir insanlar ve dayanışma hakkındaydı. Onun filmlerinden çok etkilendim sanırım. Eski Gürcü filmleri izlerdik, babam çok milliyetçi biriydi. Siyah-beyaz filmlerdi. Beni çok etkileyen ilk Amerikan filmi, çok fazla insanın belki bilmediği bir film, ama John Hughes’ün bir filmi. The Breakfast Club ve Pretty in Pink gibi filmleri var ama daha az bilinen bir filmi vardı, Some Kind of Wonderful. Ablamla sinemada izledik. Ben o zaman 7 yaşındaydım. Harika bir film bu arada. Bir aşk hikâyesi ve filmdeki kız, Mary Stuart Masterson oynuyor, bir “erkek fatma”. Kısa saçları var, maskülen görünüyor. Çok küçüktük, onu erkek sanıyorduk. Ablam da gay olduğunu söylemişti. Anlamamışız neler olduğunu. Kızın kısacık saçları vardı, öyle bir şey hiç görmemiştik o zamana kadar. Her neyse, harika bir filmdi.

Gaye Su Akyol: İlk kez “ben de bunu yapabilirim belki” dediğin ânı hatırlıyor musun?

Levan Akin: Duygusal olarak bana çok zevk verdiğini hatırlıyorum. Sürekli tek başıma sinemaya giderdim. Anneme bir arkadaşımla sinemada buluşacağım der ama tek başıma giderdim. Her şeyi izliyordum, her şeyi! Çocukluğumdaki en mutlu anlar bunlar sanırım. Bunun bir tür kaçış olduğunu düşünüyorum. İsveç’teki sinemada, film başlamadan hemen önce jingle çaldığında titremeye başlıyordum. Bir diğer çok güçlü anım Madonna belgeseli ile ilgili. 10 yaşındayken sinemada izlemiştim. Yanımda dört erkek ve ben. Daha 10 yaşındaydım ve erkeklerin öpüştüğünü hiç görmemiştim. İnsanların bundan bahsettiğini hiç duymamıştım. Madonna şişeyi üflediğinde “Ne yapıyor ya bu?” dedim. Sinemadan çıktığımda neredeyse biraz azgın hissetmiştim. Benim için neredeyse pornografik bir şeydi. Çünkü hiçbir şey görmemiştim daha. Biliyorsun, o zamanlar Madonna, Michael Jackson ve Prince gibi pop yıldızları tanrı gibiydi. Onları şimdi sosyal medyada olduğu gibi çıplak hiç görmemiştik. Orada, öylece üstü çıplak oturup bir şişeyi üflediğini ve yatakta 10 adamın bir birini tokatladığını görmek çok çılgındı. 

Gaye Su Akyol: Çığır açıcı.

Levan Akin: Evet, çok çığır açıcıydı. Hasta olup okulu ektiğimde yatakta Madonna izlerdim. Ben ve arkadaşlarım bütün replikleri bilir ve söylerdik. Hâlâ biliyorum replikleri. 

Gaye Su Akyol: Gerçekten mi? Ezber bozan bir işti.

Levan Akin: Evet, ezber bozan bir film.

Gaye Su Akyol: Madonna’yı hâlâ seviyor musun?

Levan Akin: Seviyorum. Mirasını, her şeyini seviyorum. İnanılmaz biri olduğunu düşünüyorum, inanılmaz şeyler yaptı. Umarım iyidir.

Gaye Su Akyol: Son 10 yıl, bazı tanrıçaların ve tanrıların miraslarını götürdü. Diğer isimleri saymayacağım ama biz eskiden insanlara saygı gösterirdik. Örneğin, The Beatles’ı görmesek bile saygı duyardık. Şimdi aynı şeyin yaşandığını hissetmiyorum. Madonna dünyada birçok şeyi değiştirdi.

Levan Akin: Zorlu zamanlardan geçiyor gibi duruyor ama yine narsistlik ele geçiriyor her şeyi. Bazı insanlar için sosyal medya, hızlı endorfin ve oradan aldıkları ilgi bütün mantığı yok ediyor gibi geliyor bana. Ortada bir gizem de kalmıyor. Çünkü eskiden Madonna, Michael Jackson gizemliydi. Prince hâlâ tahtını koruyor.

Gaye Su Akyol: Prince’i seviyorum ama geçenlerde The Greatest Night in Pop’u izledik; belgeselde en burnu havada tip oydu.

Levan Akin: Hadi ya, ben izlemedim. İyi mi?

Gaye Su Akyol: Evet, izlemelisin.

Levan Akin: Tamam, uçakta izleyeceğim. 

Gaye Su Akyol: Herkes orada olabilmek için egosunu bir şekilde geride bırakmaya çalışıyor gibi. Prince ise “Bilmiyorum, belki gelebilirim, belki gelmem.” diyor. Ve tabii ki gelmiyor.

Levan Akin: Gerçekten mi?

Gaye Su Akyol: Evet. Garip biri. Yine de onu seviyorum. Ama egosu dağlarda.

Levan Akin: Sanırım öyle bir dünyada sanatçı olduğunuzda, gerçek dünya ile bağlantınızı kaybettiğiniz bir noktaya ulaşıyorsunuzdur ki bunun hepimizin de başına geldiğini düşünüyorum.

Gaye Su Akyol: Sanırım bir sanatçının başına gelebilecek en üzücü şey bu. Bu olmaması için çok açık olmalıyız.

Levan Akin: Ben müthiş nevrotik biriyim. Kendimi nevrozumdan başka bir yerde bulamayacağımı biliyorum. Benim için endişelenmene gerek yok. Ben çok gerçekçi biriyim.

Gaye Su Akyol: Evet, evet, ben de sana güveniyorum. Ama gelecekte ne olacağını bilmediğim için emin olamam. Her neyse, 40 yaşındayız. Ben neredeyse 40’ım. Sen 41’sin. Bir süper kahramanın var mı?

Levan Akin: Vay be, bu çok iyi bir soru. Ortaokulda kütüphaneci bir kahramanım vardı. En iyi arkadaşımdı diyebilirim. Adı Susanne. İsveç’te bir tür burjuva aileden geliyordu ama kütüphanede çalışıyordu. Sanırım benim eşcinsel olduğumu anladı çünkü sürekli olarak onunla takılırdım. Hayat hakkında konuşurduk. Beni yetişkin gibi görerek konuşan tek kişi oydu. Popüler kültür hakkında ona ipuçları verirdim. İzlemesi gerekenleri söylerdim. “Fresh Prince of Bel-Air‘i izlemelisin” gibi. Bana Muriel’s Wedding‘i ve Interview with the Vampire’ı öneren kişi o oldu. Sonra taktım bu filmlere. Çok güzel bir iletişimimiz vardı. Lisede temasımız kesildi ve sonra, ne yazık ki intihar etti. Çok üzücü. Geriye dönüp baktığımda, muhtemelen, bipolar veya başka bir durumu vardı diye düşündüm ama hikâye aynı zamanda oldukça ilginç. Çünkü And Then We Danced ile ödül kazandığımda sahneye çıkıp, ondan ve beni nasıl etkilediğinden bahsetmeye başladım. Hep o kütüphanede o ânı hatırlıyorum: “Bir yönetmen olacağım ve bir ödül kazandığımda sana teşekkür edeceğim” demiştim ona. Konuşmamda ona bir teşekkür ettim. Birkaç gün sonra, kardeşinden bir mektup aldım. Televizyonda görmüş ve onu hatırlayan biri olduğumu gördüğü için çok mutlu olduğunu söylüyordu. “Eğer İsveç’te yakınlarda olursan beni ziyaret et” dedi. Şimdi temas hâlindeyiz. Bana Susanne’in gençlik fotoğraflarını gösterdi. Güzel bir hikâye, evet.

Gaye Su Akyol: Ah, ne kıymetli bir hikâye, darmadağın oldum. Huzur içinde uyusun.

Levan Akin: Evet. Huzur içinde uyusun. O benim için bir kahramandı. Annem de benim için gerçek bir kahraman. Çünkü babamla evli olmak kolay değildi ama başardı. Şimdi birasını içen, sadece eğlenmek ve çocuklarla takılmak isteyen bir kadın.

Gaye Su Akyol: Bu benim annem için hayalimdeki gelecekti.

Levan Akin: Ama bir şekilde burada, bizimle bira içiyor gibi.

Gaye Su Akyol: Ama son beş yılında mutlu olmayı başardığını biliyorum.

Levan Akin: Bu güzel bir şey.

Gaye Su Akyol: Koroya gitti. Klasik Türk müziği söylemeyi seven insanlar için bazı yerler var. Çok mutluydu. Onu üç kez izleme şansım oldu, hatta ona sahnede sarılıp çiçek bile verdim. Kendince bir rock yıldızı oldu ve hayatım boyunca onu hiç bu kadar mutlu görmemiştim. Konserden sonra, gözlerindeki parıltı farklıydı. “Vay be!” dedim. Tüm zaman boyunca, onu hiç böyle görmemiştim. Eğer sürekli olarak kendisi gibi olabiliyor olsa, normal bakışı bu olurdu. Yani onu ilk ve son kez gördüm orada.

Levan Akin: İşte tüm mesele bu. Senin müziğin, metnin ve temalarınla da benzerlik gösteren temalarım var bir bakıma. Kendin ol, hayatını istediğin gibi yaşa, çünkü senin sadece bir hayatın var. Ve eğer gözlerinde bir gün bile o ışıltıyı görmüyorsan, o zaman yanlış olan bir şeyler var demektir. Ne yapıyorsan ondan sapmalı ve başka bir şey yapmalısın. Çünkü o ışıltıyı hissettirmeyen bir şeyi yaparak hayatımı, hatta iki günümü bile geçirmek istemem.

Gaye Su Akyol: Köklerimiz aynı gibi. Kocaman bir ruhu olan bir anne, müthiş narsist biri ile dans ediyor. Ve bu savaşın ortasında, biz olmaya izin vermeye çalışıyoruz. Aslında yaptığımız şey tümüyle duygularla bezeli, sebep de bu işte. Zor zamanlarımız oldu. Ebeveynlerimiz birbirinden kesinlikle farklıydı. Günün sonunda sanatımızla hayatta kaldık. 

Levan Akin: Ve birbirimizi bularak! Çünkü seninle son görüştüğümüzde anlattığım şeyi hatırlıyor musun? Zevkine güvendiğim bir arkadaşım var, işlerimi de izliyor. İsveç’te bir yazar. Senin konserine de gelmişti. Geçmişimiz neredeyse aynı gibi. Böyle olunca birbirimizi buluyoruz. O çok ilginç konulara temas eden müthiş enteresan işler yapıyor. Kitapları inanılmaz. İsveç’te bir efsane. Birbirimizi görebiliyor ve bulabiliyoruz. Bunun için çok mutluyum.

Gaye Su Akyol: Evet, ben de.

Levan Akin: O da The Sopranos‘u çok seviyor.

Gaye Su Akyol: Gerçekten mi?

Levan Akin: Evet, takıntılı.

Gaye Su Akyol: Hadi ya. Bu bir tesadüf olamaz.

Levan Akin: Değil, ben de onu diyorum. Birbirimizde bu şeyleri tanıyoruz çünkü aynı dertten muzdaribiz.

Gaye Su Akyol: Ne zaman “başka olabilirdi” diye düşünsem, benim ben olmayacağımı fark ediyorum. Elbette bu katmanlı, sanatsal, metaforik hikâyelerimizi anlatma ve tüm bu güzel simgeleri kullanma şeklimiz olduğu gibi bir yandan da dünya dilini değiştirme propagandası. Tabii ki tesadüf değil; hayatlarımızı değiştirirken dünyayı da değiştirmek istiyoruz.

Levan Akin: Ve iyileştirmek. Ailelerimizi iyileştirmek. Patriyarka yüzünden olan her şeyi iyileştirmek. Patriyarka benim ailemi darmaduman etti.

Gaye Su Akyol: Patriyarka dünyadaki en büyük virüs bence. Her şeyi yok ediyor, hayvanları… Duyguları, varoluşu, yaşamın neşesini…

Levan Akin: Kapitalizmle derinden bağlantılı.

Gaye Su Akyol: Evet, tabii ki. Tüm savaşlar da ondan kaynaklanıyor. Neşenin, varoluşun en büyük düşmanı. Eğer onu yok edebilirsek, ki biz de sanatlarımızla bunu yapmaya çalışıyoruz…

Levan Akin: O kadar ego, korku, narsisizm, patriyarka ile öylesine bağlantılı ki. Her şey bir yumak hâline gelmiş. Hayatımda o kadar çok kez, bu erkekler etrafında dikkatli adımlar atmam gerekti ki. Onların erkek egolarını kırmamak için… Çocukken de onlarla aynı ortamda bulundum, düşün…

Gaye Su Akyol: Düşün, bir odada beş erkek; başka bir odada beş kadın. Aradaki fark çok büyük. 

Levan Akin: Her zaman kadınlarla olmak istedim. Türkçedeki “kucak bebeği” tabiri gibi. Sadece, kadınların yanında oturuyordum, hikâyelerini dinliyordum çocukken. Hiç erkeklerle olmak istemedim.

Gaye Su Akyol: Sıkıcılar.

Levan Akin: Çok da zeki değiller.

Gaye Su Akyol: “Çok da zeki değiller”değil; “Hiç de zeki değiller”. Ataerkil olmak üzerine bir oyun üretmişler. Aralarındaki tek geçerli ehliyet “maskülinite”. Bir mizah anlayışları da yok. Olanı da genelde kadın bedeni üzerine kurulu.

Levan Akin: Ya da birbirlerine kötü davranmak, maçolukta birbirlerini geçmeye çalışmak. Her zaman zayıf halkayı bulurlar odada. Tüm sistem bunun üzerine kurulu.

Gaye Su Akyol: Dünya için de aynı şey geçerli. Bir ülkeyi ezmek için zayıf halkayı bulurlar. Sonra da saçma siyasi görüşlerini dayatmaya başlarlar ve tamam, o kötü ama biz iyiyiz. Evet, tüm sistem bundan ibaret.

Levan Akin: Yani, erkekleri sevmiyoruz.

Gaye Su Akyol: Aslında ataerkilliği sevmiyoruz diyelim. Dolayısıyla senin filmlerini izlerken, kendimi güvende hissediyorum. Sanki bir arkadaşı kendi olmaya başlarken izliyor ya da bir kadının göğsüne başımı yaslayabileceğim güvenli bir yerdeyim gibi hissediyorum. Mesela son filmin Crossing‘de tüm bu kadınlar birbiriyle konuşuyor. İstanbul’daki artık olmayan o evler… Biliyorsun, Bayram Sokak’ta yapılanlar korkunç.

LA: Evet.

Gaye Su Akyol: İnsanlar evlerinden atılıyor. 90’larda, ben 15-20 yaşlarındayken, bu sokaklar canlıydı; birçok trans yaşıyor, çalışıyordu burada. İstiklal Caddesi’nin baş karakterleri gibiydiler. Taksim, tüm bu insanların bağlantı noktasıydı. Farklı ülkelerden, farklı bölgelerden, azınlıklardan kültürler. İstiklal’de yürürken müthiş bir özgürlük hissi vardı, bir yandan başımı annemin ya da anneannemin göğsüne koyduğumda hissettiğim aynı duyguyu hissediyordum. Sanki, evet, bu cadde, tüm bu farklarla beni sarmalıyordu. Faşist rejim, tüm bu duyguları ve insanları evlerinden atmaya çalışıyor. Günün sonunda herkes olan bitenin farkında. Bir kültürü sadece bir silgi ile silemezsin. Kültürler öyle çalışmaz. Evet, filmlerinin tüm bu küçük politik saçmalıklarla güvende hissetmenin bir yolu olduğunu hissediyorum. Yani yaptığın şeyi seviyorum.

Levan Akin: Çok teşekkür ederim.

Gaye Su Akyol: Ve tabii ki sanatınla dünyayı değiştiriyorsun, burada şu anda spoiler vermeyeyim ama filmlerini izlerken bambaşka bir evren olduğunu hissediyorum. Klişelere beklendik sonları yakıştırmıyorsun. En sevdiğim şey de bu. Mesela bir trans kadının hikâyesi anlatıldığında onun zor bir süreç yaşayacağını öngörürüz. Bir seks işçisi mi olacak? Başka bir hayal ya da hayat mümkün olacak mı? Ya da mutlak kötü bir sonu mu olacak? Bu noktada senin varlığından dolayı mutluyum. Bize “hey, evet bu bir olasılık” diyor ama milyonlarca başka olasılık olduğunu da hissettiriyorsun.

Levan Akin: Sanırım bu tür anlatılarda pozitif imgeler göstermemiz gerekiyor. Bu imgelerin var olması gerekiyor, süper gerçek dışı hissettiren bir şekilde değil tabii ki. Filmler hâlâ gerçek dünyada, gerçek sorunlarla, patriyarka varlığıyla temellendiriliyor. Ama, Crossing‘in üç baş karakteri de aynı şeyin kurbanları. Demek istediğim, bu çocuk çok hassas bir çocuk ve o korkunç kardeşiyle yaşıyor. Sonra bu kadın Leah, muhtemelen hiçbir zaman bir erkeğe boyun eğmek istemediğini hissedebilirsiniz. Hiç evlenmedi. Çocuğu yoktu. Ve sonra Evrim var, onun belki de en kötü durumda olan kişi olduğunu hissedersiniz. Ama o en dayanıklı, en pozitif olan; tüm bu saçmalıkların içinden yürüyen kişi. İlginç olan şey, aslında buraya araştırma yapmaya geldiğimde gördüğüm buydu. Evrim gibi insanlarla tanıştım, biliyorsun. Bu bana çok şaşırtıcı geldi, ki bu bir yandan da çok üzücü. “Vay be” dedim, “Şu kadınlara bak!” Çok dayanıklılar. Ve bunun Leah için çok güzel bir ilham olabileceğini hissettim. Yani, bu şeylerin ortaya çıkması ve sizin güvende hissetmeniz beni mutlu ediyor. Benim için önemli. Arkadaşlarım bana film önerdiğinde, filmde korkunç bir şey olur mu diye merak ederim. Sonra evet veya hayır derler. Ve eğer evet derlerse, o zaman tamam, en azından bilirim. Şu anda dünya çok berbat bir yer ve ben biraz nihilist oldum. Belki filmlerimde görmüyorsunuz; ama kişisel hayatımda öyleyim. Filmlerimde güvende hissetmene sevindim. Bu beni mutlu ediyor.

Gaye Su Akyol: Yalnızca güven de değil, aynı zamanda heyecan duyuyorum. Bu bir tür propaganda filmi ve benim müziğimde de aynı şey var. Bu bir karşı gerçeklik. Beyaz erkekler istediklerini yapmak için ataerkil, politik saçmalıkları görünür bir dünya oluşturuyor işte. Yaşamanın tek yolu bu gibi. Bu yüzden biz başka bir gerçeklik yaratmaya çalışıyoruz ki bu bir karşı gerçeklik olarak görülebilir. Zihnimize işlemiş artık. 

Levan Akin: Ama eğer alternatifler sunarsak, bir gün bu alternatifler gerçek olacak. İşte sanat bunu yapıyor. Sinema da bu konuda çok büyük bir güce sahip.

Gaye Su Akyol: Hiç karanlığa çekiliyor musun? Bunun üstesinden nasıl geliyorsun?

Levan Akin: Tabii ki, evet. Bu çok iyi bir soru. Kafamda bazı hikâyelere giriyorum ve karanlığı beslemeye başlıyorum. Artık kendi örüntümü biliyorum. Kontrolü kaybettiğiniz zamanlarda, mesela bir filmi yayımladığınızda, sanki onun üzerinde gücünüz yokmuş gibi hissediyorsunuz ve bu da biraz karanlıklaşabiliyor. Yaşlandıkça bunları idare etme konusunda daha iyi oldum. Daha kötüydü eskiden. Şimdi çok daha iyiyim. Yürüyüşlere çıkıyorum, çalışıyorum ve koşuyorum, müzik dinliyorum. Bence müziğin üzerimde çok iyileştirici bir etkisi var. Yazarken sürekli müzik dinlerim ve dinlediğim müzik, yazılarımı etkiler. Bu yüzden müzik her zaman çok güçlü bir iyileştirici araç olmuştur benim için. Bunun dışında arkadaşlarla zaman geçirme, konuşabileceğiniz insanlarla bir araya gelme ve benzeri şeyler. Ama ben hiç klinik depresyon geçirmedim. Gerçekten düşünüyorum, şükürler olsun, tahtaya vur. Hiç. Evet, belli dönemlerim oldu ama asla çok, çok kötü olmadı. Yani ben oldukça pozitif bir insanım aslında. Pozitif kalmaya çalışıyorum. Şimdi kişisel olarak merak ettim. Sende var mı böyle, karanlık dönemler?

Gaye Su Akyol: Evet. 

Levan Akin: Gerçekten ilginç. Bu çok ilginç bir konu çünkü genellikle, özellikle bugünlerde, böyle bir “kendi gibi” olmamız gerekiyor gibi bir algı var. Sosyal medyada aslında insanların gerçekte ne olduklarını asla görmemeye benzer. Sanırım bu yüzden bu gerçekten konuşulması gereken önemli bir şey.

Gaye Su Akyol: Sosyal medya herkesi görünür kılıyor. Eğer neşeliyseniz, mutluysanız, üretkenseniz güzel.

Levan Akin: Yine de bu çok kapitalist bir şey.

Gaye Su Akyol: Korkunç! Aslında beynimizi etkiliyor. Garip olan şu ki yeterince pozitif olmayan gerçek duygular yasaklanıyor. Yani bu tam anlamıyla saçmalık ve bunu insanlarla paylaşmak istiyorum. Her kim bunu görüyor ya da okuyorsa… Kendini kötü hissetmek tamamen normal. Üzgün olmak ya da depresif hissetmek çok normal bir duygu. Ve elbette hayatta kalmak için de gerekli. Kötü ve iyi hissetme şekli, yaşamın ikiliği gibi. Eğer her zaman mutlu hissediyorsanız, bu bir illüzyondur. O zaman bir sorun var. Tabii ki tam tersi de aynı. Sürekli kötü hissetmek de başka bir sorun muhtemelen ama profesyonel yardım almak da tamam. Biraz kaygılı ya da mutsuz hissetmek anormal değil. Sadece, kendimizi kötü hissetmeye izin vermeliyiz.

Levan Akin: Yüzde 100.

Gaye Su Akyol: Ben bazen çok karanlık bir ruh hâlinde oluyorum ama sonra anlıyorum ki bu da geçici. Çok mutlu olmak da geçici tabii ki. Ve yaşamın döngüsü böyle. Her şey geçici. Algıladığımız ve ısrar ettiğimiz şeylerin biz olmamız gibi bir illüzyon olduğunu görmeliyiz. İşte bu yüzden bu konuda algoritmalar yazıyorum. Bu yüzden arkadaşlarıma, duygularıma ve fikirlerime dair seçici olmaya çalışıyorum. Yani, içimden geleni yaşamama izin vermeliyim, ama aynı zamanda en iyi arkadaşım olmalıyım, kendimi yerin dibine sokmamak için.

Levan Akin: Evet, kendine nazik olmak önemli ve kendini affetmek de önemli. Bu hatırlamamız gereken bir şey.

Gaye Su Akyol: Merhamet kelimesi…

Levan Akin: Evet.

Gaye Su Akyol: Ben merhametli biriyim. Ama merhametin kendine karşı olanı daha önemli. Çünkü kendine bir çocuk gibi davranmalısın; sadece saçını sev, yanaklarına öpücük kondur, sarıl. Biz daha zor zamanlardan geliyoruz, yaşamak kolay değil. Dün bir şey okudum: Kendine özgürlük veriyorsun. Yaşayabilmek için çocukluğuna özgürlük veriyorsun. Yani çocukluğun tamamen bundan ibaret.

Levan Akin: Bir özgürlük hissi. 

Gaye Su Akyol: Yemek yiyebilmek ve güvende olabilmek için fedakârlık yapılıyor. Şimdi, ruhumuzu özgür kılmaya çalışıyoruz.

Levan Akin: Yeniden özgür olmak, evet.

Gaye Su Akyol: Aslında özgür olmayı öğrenmeye çalışıyoruz. Bu yüzden kendimize merhametli olmalıyız. Söyleyebileceğim tek şey bu: Mümkünse kendinin en iyi arkadaşın ol.

Levan Akin: Evet, mümkünse. Teşekkür ederim Gaye.

Gaye Su Akyol: Teşekkür ederim Levan.

Levan Akin: Bu alanı sağladığınız ve bu konuları konuşmamıza izin verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Bir terapiye dönüştü sanki.

Gaye Su Akyol: Kendinin en iyi arkadaşın ol. Tamam mı?

Levan Akin: Kendini sev.

Gaye Su Akyol: Büyük, büyük cümleler!

Levan Akin: Hayır, gerçekten söylüyorum. Bu çok zor bir şey. Hepimiz bu dünyada çok uğraşıyoruz gibi hissediyorum. Burada Crossing‘i çekerken, her şey deliye döndüğünde -ki prodüksiyon işi gerçek bir delilik! Bütün bu insanları bir araya getir, bu film için bütün bu kadınları bul. Onlara doğru davran, film ekibiyle cinsiyet nötr tuvaletler hakkında kurslar al. Bütün bunları yapmamız gerekiyordu. Sonra kadroya trans bireyler de dâhil etmek istedim ve her şey büyük bir kaosa döndü. Bir noktada, ben ve yapımcım neden bunu yapıyoruz ki diye düşündük. Yapıyoruz çünkü deliyiz. Evde oturup sıradan şeyler yapabiliriz, bunun yerine dünyayı geziyor olabiliriz ama film yapıyoruz. 

Gaye Su Akyol: Bu her şeyi açıklıyor aslında. İş temelde kendine yeni sorunlar yaratmak.

Levan Akin: Biliyor musun neden?

Gaye Su Akyol: Söyle.

Levan Akin: Yoksa kendi sorunlarımla uğraşmam gerekir.

Gaye Su Akyol: Benim söylemek istediğim de buydu. Bu kendi yaşamınla başa çıkmanın bir yolu.

Levan Akin: “Hayali erkek arkadaşım” bana sürekli gülüyor. Ben de onunla konuşuyorum. “Interview with the Vampire‘ı tamamladıktan sonra sadece dinleneceğim. Ekim, kasıma kadar çalışmayacağım. Sadece özgür olacağım.” diyordum. O da bana “Kızım, mart ayında delireceksin, çünkü yazmaya veya başka bir şey yapmaya başlamazsan, hayatında başka sorunlar yaratmaya başlayacaksın.” dedi. 

Gaye Su Akyol: Yazık bize. Gerçekten yazık.

Levan Akin: Gerçekten yazık çünkü maalesef hiç bitmeyecek bu.

Gaye Su Akyol: Bunu yapman mümkün olmasa o zaman ne olurdu?

Levan Akin: Sonunda sorunlarımı hâlletmek ve çözmek zorunda kalırdım.

Gaye Su Akyol: Sorunlarımız muhtemelen halledebileceğin türden değil.

Levan Akin: Aslında öyle düşünmüyorum.

Gaye Su Akyol: Tarih değişmez. Anneni başka adamlarla evlendiremezsin. O sen olmayacaksın. İşte sorun da bu. Bunun farkına vardığımda “tamam” dedim.

Levan Akin: Keşke annem yapmış olsaydı bunu aslında.

Gaye Su Akyol: Bence de. Ama o zaman sen var olmazdın, ki bu da tamam.

Levan Akin: Ki bu da sorun değil.

Gaye Su Akyol: Ki bu da mükemmel. Yine de düşünmenin ve yaşamanın pratiği bu. Bu yüzden ben her zaman başlangıç noktasına geri dönüyorum.

Levan Akin: Bana geçmişini ve anneni anlattığında, bir film hakkında düşünmeye başladım; yapmak istediğim bir film. Çok kişisel olacağı için sürekli erteledim. Ama belki artık üstüne gitme zamanıdır. Bunun üzerine başka bir zaman konuşabiliriz. Sanırım bu zamanlara ve genç yaşta evlenen kadınlara, patriyarkaya ve bizim neslimize dair anlatılacak bir hikâye var. 80’lerin başlarında ya da 70’lerin sonlarında doğan çocuklar ve Türkiye’deki durumun nasıl olduğuyla ilgili. Ben her yaz buradaydım, Ayancık’ta, Sinop civarlarında. Orada akrabalarımız vardı. Ben, ablam ve Almanya’dan kuzenim ve kardeşi gelirdi; Türkiye yazlarında bu Avrupalı çocuklar olurduk. Diğer çocuklar bizi muhtemelen sevmezdi. Ablam balkonda çok yüksek sesle “Papa Don’t Preach” dinlerdi. Kuzenim erkeklerle motosiklet sürerdi ve dedem çok kızardı ona; çünkü genç bir kızdı. Evet. Çok “uygunsuz” davranıyordu dedeme göre. Bu yüzden hatırlıyorum, o zamanlardan çok iyi hikâyelerim var.

Gaye Su Akyol: Kabul et, dede… Sorun şu ki, değişmeyecekler.

Levan Akin: Ama bu aynı zamanda bu onur meselesi. Bu bölgelerdeki kadınlarla yapılan tüm bu detaylı düğünler de öyle sanki. Bütün düğün organizasyonları sadece kızlarını bir adama verebilmek için yapılmış gibi. Günün sonunda hepsi cinsellikleriyle ilgili. Bu yüzden etraflarındaki erkeklerin onları kabul etmesi için sanki her şeyi bir namus meselesi etrafında yapmak zorundalar. Ne demek istediğimi anlatabiliyor muyum? Bu çok kötü. Çok tuhaf. Çok karanlık. Çok çılgın.

Gaye Su Akyol: Tüm sistem onların cinsel ihtiyaçları üzerine kurulu. Kadınların bedenleri ve ihtiyaçlarına dair birtakım hayalleri var gibi. Her şey buna dayanıyor. Ve herkesin aynı koşullarda olduğunu varsayıyorlar.

Levan Akin: Tam olarak öyle. Bu da sömürgeciliğe, silah endüstrisine çok bağlı.

Gaye Su Akyol: Eğer dünyadan patriyarkayı çıkarırsak, her şey değişir.

Levan Akin: Patriyarka ve İngiltere’yi.


Deşifre & çeviri: Meltem Demiraran